Ayna ayna söyle bana benden daha mükemmeli var mı bu dünyada? Var…! Hiçbir şeyin tam olarak mükemmel olamayacağının bilincinde olan, mükemmele yakın insanlar var mesela. Çağımızın en büyük yoksunluğu empati geliştirememektir. Empatiden uzak benmerkezci yaklaşımlar, bireyleri etkilediği kadar topluma da büyük zararları beraberinde getiriyor. Bu durumda empati yapabilenler mi mutlu? Yoksa yapamayanlar mı diye kıyaslamak gerekirse; empati yapabilenler içsel mutluluğa erişmekte daha başarılıdırlar diyebiliriz. Empati yapamayanlar genellikle narsistik özellikler taşır. İç görüye sahip değillerdir. Bencillik ve mesafeli duruşu narsizm ile karıştırmamak, birbirinden ayırmak gerekir elbette. Pekala bu bireyleri toplumda nasıl ayırt edebiliriz? Narsistlerden kendimizi nasıl koruyabiliriz?

Öncelikle saptamamız gereken narsizmin derecesi ve kendi içinde ikiye ayrılan mevcudiyetini farketmemiz olacaktır. Hafif narsistik özellikler gösteren bireyler zararlı olmasalar da, ciddi boyutların da kendinizi tam da bir gerilim filminin, yardımcı baş rol oyuncusu olarak bulabilirsiniz de…Tabii ki baş rolde kendisi vardır ve sizi yanına aldığı için ona minnet duymalısınızdır. Bu arada hemen sevinmeyin, bu ancak size biçtiği rol tamamlanıncaya kadar sürecektir…

Şimdi gelin hep beraber bireyleri manipüle ederek etkisi altına alan, insan naturasında normal düzeyde olması gereken, fakat çeşitli travmalar sonucu kendisini de çevresini de mutsuz eden bireylerin özelliklerini hep birlikte tanımaya, maskeleri bir bir kaldırmaya.

Gündelik yaşam içerisinde narsist kişiliklere o kadar çok rastlarız ki, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanan bu insanlar eşiniz, ebeveynleriniz, patronunuz, dostlarınız, yakın ilişki içinde olduklarınız hatta siz bile olabilirsiniz. Sizi paralize ederek, içindeki boşluğu doldurmaya çalışan, öznelliğinizden sizi kopararak bir mücadele içine sokan, öyle ki bir noktada, düşüncelerinizin bile yönünü değiştirerek kendinizden şüphe ettirecek boyuta getiren, çekim alanına girdiğiniz andan itibaren sizi bir obje haline getiren bu bireyler, aslında ilişkilerine psikolojik baskıdan başka hiçbir şey katamayacak olan sığ karaktere sahip bireylerdir. Sağlıklı ilişkiler karşılıklı saygı, zayıf noktalara hoş görü, bir birlerinin farklı özelliklerini kabullenme ve takdir etme gibi özellikler taşırken, bu gibi bireylerle kurulan ilişkilerde aşağılanma, takdir edilmeme ve buna bağlı olarak engellenme, zaaflarınızın utanç kaynağı olarak değerlendirilmesi ve küçümsenmesi, kendini sürekli haklı gören ve bundan en ufak taviz vermeyen türde yaklaşımların içinde, öz değer yargınızın azaltılması gibi özetleyebiliriz.

O kadar her yerdeler ki, her an karşılaşmamız mümkün olan bu bireylerden zarar görmemek için, kendi değerinizin farkında olmanızın ne büyük önem taşıdığını belirtmek isterim. Genellikle olumsuz düşüncelere kodlanmış beyinlerimizle bir çıkmaza girdiğimizde, o düşünceler önce duygularımıza sonra davranışlarımıza yansımaktadır. İki değer arasında dengede kalabilmek için, olumsuz düşüncelerimizi olumlularla değiştirmeliyiz. Burada dikkat çekmek istediğim şey, kişisel gelişim ekollerine sürekli vurgu yapan türde bir değişim değil. Kendinde zaten var olan güce bir farkındalık zemini hazırlamanızdır kastım.

Bu yönde tıkanan ilişkilerde iç görü, son derece önemli olmakla kalmaz doğru yolda ilerlemenize de olanak sağlar. Dolayısıyla kendi öz değerimizi olması gerektiği kadar yükseltirsek, bu bireylerden korunmak o kadar mümkün olacaktır. Burada yapılan hatalardan biri karşı tarafı düzeltebileceğine inanmanın yanlış öğrenimi. Bunu size verdiği değerden anlamanız gerekir ki böyle bir şey asla olmaz. Narsist kişiler kendisinde bir sorun olduğunu asla kabul etmezler, bu da onların rehabilite edilme şanslarını ortadan kaldırmaktadır. Doğruca yapmamız gereken mümkün olduğunca uzaklaşmaktır.

Sevgi odaklı ilişkiler beraberinde bazı fedakarlıkları getirir. Değerli hissetmek insanın varoluşsal gereksinimlerinden biridir. Bunların olmadığı bir ortamda mutlu olmamız mümkün değildir. İlişkilerde iki tarafında içsel mutluluğa ortak paydada erişimi, ancak kendinde var olan özelliklerin yansıması olarak nitelenebilir.

Bu noktadan hareketle bağımlı ilişkiler geliştirmemek için, sorunun kaynağına inmek gereklidir ki, o da ancak öz eleştiri ile mümkündür. Şunu işaret etmek isterim ki kendinizi tanıyın, ne istemediğinizi değil, öncelikle ne istediğinizi belirleyin. Bu olguya farkında olmadan oldukça yer veririz hayatlarımızda ve genellikle ne istemediğimizi biliriz de, bir türlü ne istediğimiz hakkında net bir yargıya varamayız.

Bu olumsuz düşüncelerden arınmanın tek yolu olumsuzu olumlu ile değiştirmektir. Örneğin; Böylesine kötü bir ilişki içinde olmak istemiyorum yerine, kendimi mutlu hissettiğim bir ilişki içinde olmak istiyorum olumlaması benzer bir isteğin pozitifidir. Bunları çoğaltabiliriz ve yaşamlarımıza entegre edebiliriz, yeter ki farkında olalım.

Erich Fromm un dediği gibi; ‘’ Sevmek kendini karşılıksız olarak adamak, sevgimizin sevilen kişide de sevgi oluşturacağı ümidini taşımak demektir. Sevgi bir inanç eylemidir. İnancı az olanın sevgisi de azdır’’

Mükemmeli aramak, empati kurmamak yalnızlık getirir…

Narsistler aynaları kırılana kadar eşsiz ve harikadırlar…

Sonuç itibariyle yaşamlarımızın ruhsal kalitesi bizim değişimizle doğru orantılıdır. Davranışlarımız düşüncelerimizin tezahürüdür ve bu anlamda düşüncelerimiz değişmediği sürece, davranışlarımızın sonuçlarına da bir itiraz getiremeyiz.

Dolayısıyla dışsallaştırdığımız sorunlar, sürekli bize mutsuzlukla örüntülü yaşamlar getirecektir. Bunun olmaması için ve kendinize değerler katabilmek adına, değişime açık olmak bu noktada dikkat çekicidir. Son olarak ifade etmek isterim ki, hayatınız tek bir zaman içerisinde o da şu an da gizlidir…

Sevgiyle Kalın…