Etrafımızda bir dünya ile çevrili oluşumuz ve akan bir hayatın, bizim bu dünyayı kendi bedenlerimiz içinden algılamakla aynı şey olmadığını söyleseydim, ne düşünürdünüz? Dünya işte görüyoruz, bir takım kurallar var uyuyoruz; başka ne olabilir ki denebilir mi? Elbette denebilir, fakat bu indirgemeci bir bakış açısı olmakla birlikte, standart bir hayatın klasik bir koşullanmasından ibarettir. Akışı algılamak ve akış içinde kalabilmek çoğunlukla zor da olabiliyor ya da transit bir algılayış ile sörf yapıyoruz hayatta bilinçsizce! Her ne formuyla olursa olsun, biz bu büyük dünyanın içinde ayrı ayrı dünyalarız. Kendi dünyamızı keşfetmeden, çevremizdeki dünyayı keşfetmemiz kocaman bir puzzle parçasına uyumlanmaktan başka bir şey olmadığını anlamamız gerekmekte ve bizden beklenen rollerle, istenmese de hayatımızı kalıplar içinde sürdürmekte olduğumuzu anlamalıyız. Oysa ki başkaları tarafından şekil verilmiş bir hayattan ziyade, kendinizin şekil verdiği hayat arasında oldukça fark vardır ve bu her şeye karşı gelmek anlamını içermiyor…

Buradan hareketle, başkaları ve toplum tarafından şekillendirilmiş bir hayat ile kendi şekillendirdiğimiz hayat arasındaki farkları dilerseniz birlikte irdeleyelim.

Toplum ve çevre tarafından yönlendirilmiş bir hayatta, sizin duygularınızın, düşünce biçiminizin, davranışlarınızın kontrolü toplumun beklentileri doğrultusunda topluma entegredir, sizi başkaları yönetmekte ve aslında çoğunlukla siz bunun bilincinde bile değilsinizdir. Kendi şekillendirdiğiniz yaşamda birçok çevreye ya da gruplara ters düşecek, uyumsuz bulunacak, aykırı gelecek hatta sizi normal olmamakla birlikte ve muhtemelen sizi dinlemeden, anlamadan paralize ederek kendi dar görüşleri ile etiketleyeceklerdir. Olelaaaa! Yalnızlığın yönetimini bilinçli sürdürebilmek esastır bu noktada…

Şekillendirilmiş hayatlarda duygularınız ve düşünceleriniz bunu söylersem ne olur? Ne düşünürler? Gibi gelecek bir an a odaklıdır, sürekli bir kurgu ve kaygı vardır; öte yandan kendinizin şekillendirdiği kendi yönelimlerinizde ise bu yoktur, duygularınızı ve düşüncelerinizi olduğu gibi kabul eder ve sonucunu kurgulamazsınız. Hissetmiş ve söylemişsinizdir ya da düşünmüşsünüzdür burada kaygı yoktur, o sizsinizdir, size aittir onlar. Bir başka deyişle bir başkasının algılayış biçimine ait değillerdir. Doğru olmayabilir, kimine göre yanlışta olabilir ama sizindir, uçsuz bucaksız bir tinsel özgürlük değil mi? Kesinlikle…

Diğer taraftan ‘’ Normal insan kurgudur ‘’ Der, Faucault…

Normal insanın normu nedir? Diye bir soru gelmektedir akıllara. Neye göre normal? Hangi biçime göre normal? Normalin normu nedir? Kime göre, neye göre normal? Açıkçası toplumun kurallarına körü körüne uymakla normalsinizdir…

Kendi kendinizi tanımadan, anlamadan, dünyayı bir doğru üzerinde yüzeysel olarak algılayacaksınızdır. Bir başlangıç noktanız vardır ve siz sona doğru zamanı tüketmektesinizdir. Bu noktada, Ben kimim? Ben gerçekten ne istiyorum? Sorularına vereceğiniz dürüstçe cevaplarla, kendi derinlerinize ulaşabilecek kapıyı arayabilirsiniz, gerçekten ne istediğinizi anladığınızda, kurgulanmış beklentilerden uzaklaşıp, hayatınızın yönetimini elinize alabileceksinizdir. Heyyo! Bu benim dünyam demek çok keyiflidir…

Hayatlarımızda bütünsel büyük bir parçanın, küçük hayat alanlarına yayılmış ayrı ayrı anları bulunmakta, biz bu alanlarda kendimizden parçalar aramaktayız. Bazen bu arkadaşlarla birlikte olmaktan alınan zevkte, bazen yalnızlıktan, bazen de çok kalabalıkların içinde arıyoruz bize ait parçaları. Bunu bilinçli yapabildiğimiz oranda, kendi akışlarımızda kendi doğrularımızı bulabiliriz. Dış dünyada akıp geçen zamanla, iç dünyamızdaki akan zamanın iki ayrı zaman olduğunu bilinçli olarak fark edebilmek, bazen bütün bir ömrü boşa geçirdiğinizi anlayabildiğinizde mümkün olabiliyor ve genellikle bu dönüşümsel becerileri, doğanın ilerleyen zamanlarında algılayabiliyoruz. Bazen de hiç!

Görüldüğü üzere, kendimizi tanımak ve hayatımızı şekillendirmek, ruhumuzun kendi prensiplerini kendi doğrularımızla harmanlayıp, dönüştürebilmek elbette kolay bir süreç değildir fakat imkansız da değildir. Dolayısıyla dönüştürme gücü yine bizim bunu istememizle doğru orantılıdır. Odaklanmamız gereken kendi duygu ve düşüncelerimizdir, başkalarının ne düşündüğü değil. Bu nedenle cesaretimizi toplayarak esnek olmaya, kendimizi adilce değerlendirip içimizde akan giden zamanın ne kadar değerli olduğuna ve bunu biz istersek yapabileceğimize olan inançla, objektif olarak gözden geçirmekte fayda olduğunu düşünmekteyim…

Bedenlerimizin içindeki dünyalarımıza gidebilen yolculuklar, dışarda olup biten durumların yarattığı içsel sıkıntılardan daha aydınlık bir pencere ve bakış açısı kazandırabilir bizlere, o nedenle bedenlerin içindeki dünyalar keşfedildiği vakit, zamanın akışı değerli olacaktır…

Sevgiyle Kalın…