Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Gidiyorlarsa gitsinler' dediği hekimlere, Sağlık Bakanı Koca da bir mektup gönderdi. Mektubunda sorunların çözümü için çaba sarf ettiklerini belirten Koca, greve gitmeye hazırlanan hekimlere 'dil ve üslup' uyarısında bulundu.
14 Mart Tıp Bayramı'nda greve çıkan ve SEAH önünde toplanan Hekimsen ve Hekim Birliği Sendikası'na bağlı doktorlar ve sağlık çalışanları, burada basın açıklaması gerçekleştirdi.
Basın açıklaması sonrasında Hekimsen İl Temsilcisi Dr. Mehmet Yıldız, kendisinin Bakan Koca'ya yazdığı mektubu okudu.
Dr. Mehmet Yıldız'ın Bakan Koca'ya yazdığı mektup şu şekilde:
"Sn bakanım; öncelikle sizlere kendi kariyerimden bahsetmek istiyorum. Ben, henüz daha tıp fakültesi öğrencisiyken cerrah olmaya karar vermiş, bir çok büyüğünün “böyle bir hata yapma” uyarısını dikkate almamış ve dünyanın en zor sınavlarından biri olarak gösterilen Tıpta Uzmanlık Sınavından ortalama üstü ve hatta cerrahiler için artık ne yazık ki yüksek olarak gösterilen bir puan alarak genel cerrahiyi tercih etmiş, genç bir hekimim. Cerrahide çok severek isteyerek çalışmama rağmen bana yaşattığı hayat koşullarına dayanamayıp istifa kararı aldığımda cerrahi asistanlığımın 8.ayıydı. İstifa kararı almak benim için hiç de kolay olmamıştı. Bu kararı alınca, aylarca gece gündüz ders çalışarak emek verdiğim TUS sınavından aldığım puanı heba etmiş, alıştığım mesai arkadaşlarımdan, sevdiğim hocalarımdan, uzman abilerimden ayrılmış ve kendime yeni bir yol çizmiş olacaktım. Başka bir uzmanlık yapmak için tekrar TUS’a girecek ve bunun için yine ,bu yaşıma kadar olduğu gibi, gece gündüz ders çalışacaktım.
Üstelik bu süreçte covid yoğun bakımlarda 24 saatlik nöbetler de tutacaktım. Bunların hepsini göze alarak cerrahiden istfa ettim ve tekrar TUS’a çalışmaya başladım. Bu şekilde bir yılım geçti ve sonunda önceki TUS’ta aldığım puandan yüksek bir puanla Aile hekimliği uzmanlığını tercih ettim. Elbette tıbbın her bölümü kutsaldır ve önemlidir ancak ben aile hekimi olmak için doktor olmamıştım, ben cerrah olmak için doktor olmuştum, fakat bugün mevcut koşullar nedeniyle ideallerimden çok uzağım. Aynı koşullar nedeniyle kamudan istifa eden ve medikal estetik, sülük-hacamat-akupunktur gibi alternatif tıp, iş yeri hekimliği, medikal müdürlük gibi iş alanlarına yönelen diğer doktor arkadaşlarım da benim gibi kendilerini hiç de hayal etmedikleri yerlerdeler ve bunların sayıları hiç de az değil... Onlar bunun için için mi doktor olmuşlardı? Tıp fakültesini bu işleri yapma hayaliyle kazanmışlardı? Elbette hayır. Bizleri ideallerimizden, hayallerimizden uzak tercihler yapmaya zorlayan bu düzenin değişmesi elzemdir. SEAH acilde ve çocuk acilde günde 300-400 hasta bakıp, en ufak bir hatasında milyon liralık tazminatlara mahkum edilen, darp edilen bir meslektaşımın bu şartlarda cumhurbaşkanımızın da açıkladığı maaşlarla bu işi yapmaktansa özele geçerek çok daha huzurlu mutlu bir şekilde ve üstelik bahsi geçen maaşlardan çok daha iyi maaşlara çalışarak en azından kendi hayatını kurtarmasını kim yadırgayabilir?
Peki Sizlere soruyorum; Bu hekimlerimiz istifa ettiğinde madur olan kimdir? Elbette ki halktır. Ben cerrahiden istifa ettikten sonra benim eşkıdemim de istifa etti, bizden sonra 2 yandal asistanı da istifa etti ve sonraki tus 5 kişilik kadro açılmasına rağmen kimse orayı tercih etmedi. Türkiye, belki de ileride dünyada örnek gösterilecek cerrahlarını daha yolun başındayken kaybetmişti. İşte Genel cerrahi, beyin cerrahi , çocuk cerrahisi, pediatri gibi ana ve hayati branşlar tam da bu şekilde bugünlere geldiler. Mevcut şartların zorluğuna rağmen düzenlemeler yapılmadı, ideallerinin peşinden gidip her şeye rağmen bu branşları yazan hekimler bile istifa etti, istifalar arttıkça alttan gelenler buraları tercih etmez oldular. 2021 TUS ilkbahar döneminde kadın doğumda 116, genel cerrahide 109, beyin cerrahide 48, kalp damar cerrahisinde 46, göğüs cerrahisinde 36, kontenjan boş kaldı. Hiçbir doktor buraları tercih etmedi.
Demem o ki bu ağır branşlar bir kısır döngüye girmiş durumdalar. Gittikçe şartlar zorlaşıyor, şartlar zorlaştıkça tercih edilmiyorlar ve tercih edilmedikçe kalanlar için şartlar daha da zorlaşıyor... Bu tehlike şu an tüm hekimler için geçerlidir. Hali hazırda çalışan hekimlerimizi kovarsanız, onlara “gidiyorlarsa gitsinler” derseniz, ümitli olduğunuz asistanlar yani alttan yetişenler de daha yolun başındayken giderler... Artık zorlu branşlar tercih edilmiyor... Bu durum size Eskişehir’de bir konferansta sorulduğunda şu açıklamaları yapmıştınız; “Özellikle riski düşük olan, hastayla fazla meşgul olunmayan; cildiye, fizik tedavi ve radyoloji gibi branşların daha çok tercih edildiği ama beyin cerrahisi, kalp damar cerrahisi, kadın doğum gibi meşakkatli ve sorunlu branşların tercihinin daha aşağılarda olduğunu görüyoruz.” demiştiniz. Ama ne yazık ki sonunda üzücü bir açıklama yaparak “Bunun çözümü aslında sizlerde. Tercih yapan sizlersiniz. Bu noktada kadroları açan bizleriz“ diyerek yine biz hekimleri suçlu göstermiştiniz.
“Neden bu bölümleri tercih etmiyorsunuz?” diye hiçkimse bize çıkıp sormadı. Bu sorunların farkında olmanız sevindiriciydi fakat bu açıklamayı yapışınızın üzerinden 3 yıl geçti ve işler daha da kötüye gitti...Gittikçe kötüye giden bu sistem, doktoru madur eden bir sistemdir. Sağlık sektörü sizin için büyük bir oy potansiyeli olabilir, doğrudur. İyi bir sağlık hizmeti sağlayarak halk memnun edilmelidir. Fakat unutulmamalıdır ki; hastayı, hasta yakınını memnun etmenin yolu doktoru memnun etmekten geçmektedir. Mutlu olmayan, işini severek yapmayan bir doktor; hastasına ne kadar faydalı olabilir ? Hastaneler mutsuz ve umutsuz hekimlerle doludur. Özellikle genç hekimlerin artık vitalleri stabil değildir...Son zamanlarda “hastaneye gittim, doktor yüzüme hiç gülmedi” diye sitemler artmış durumdadır. Doktorlar kendileri mutlu değil ki size mutluluk yansıtsınlar. Evde ailesine bile gülemez hale getirildi doktorlar. Ve doktorlar son olarak çalıştıkları yerden bile kovuldular. Doktorlar; değersiz hissediyorlar, şiddete uğruyor, malpraktis davalarıyla uğraşıyor, çok çalışıyor, fakat emeklerinin karşılığını alamıyorlar.
İnsanlar maaşlarımızın düşük olduğuna inanmıyorlardı. Kendi öz abim bile “o kadar da değildir” diyordu. Utana sıkıla maaş bordromuzu açıp gösteriyor, insanları ikna etmeye çalışıyorduk. Bu, meslektaşlarınız olan biz hekimler için ne kadar zor bir durum biliyor musunuz? Fakat sağ olsun cumhurbaşkanımız çıkıp maaşlarımızı açıklamış, ve bizi bu yükten kurtarmıştı. Artık tüm toplum maaşlarımızı öğrenmişti. Siyasette maaşı bu şekilde gündem olan, toplumun önüne atılan, paracı ilan edilen başka bir meslek grubu var mıdır? Ben bu yaşıma kadar görmedim. Kuruluşu insanlık tarihine dayanan bu kutsal meslek, hiç bir dönemde bu kadar ayaklar altına düşmemişti. Eskiden hekime, bilime, okumuş insana saygı vardı. “doktora çıkmak” diye bir tabir vardı bu ülkede.. Çıkmak yukarı doğru olan bir eylemdir ve saygıyı ifade eder. Hekimliğin ayaklar altına düşürülmesi sonrası, yakında “hasta oldum, bi doktora ineyim” lafını duymamız, şaşırtıcı olmayacaktır... Bu günlere bir günde gelinmedi. Hekimlik mesleği sistematik bir şekilde değersizleştirildi. “Doktorun elini halkın cebinden çekeceğiz” dendi, 2018 yılında haber kanallarında ve gazetelerde “doktorlara 200 bin tl maaş” manşetleri atıldı, amniyotik band sendromu nedeniyle kadın doğum hekimi tarafından radyoloji hekimine “amniyotik band?” yazılarak yönlendirilen hasta; “ameliyat sonrasında içimde bant unutulmuş” diye bizi haber kanallarına verdi ve medya da bu tuzağa düştü, Türk dizilerinde doktorlara şiddet sahneleri yer aldı...
Örnekleri çoğaltılabilir. Velhasıl kelam; hekimlik mesleği zamanla yavaş yavaş değersizleştirildi; hem madden, hem manen... Bizler bu itibarımızı geri kazanacağız. Kendi göbek bağımızı kendimiz keseceğiz. Hakettiklerimizi alacağız. Madem maaşlarımız bu kadar gündem oldu, bunun üzerine de bir kaç kelam edeyim. Maaşların sadece düşük olması problem değil. Temel sorun; maaşların düşük ve adaletsiz olması. Bugün bir doktor 8-9 bin lira maaş alıyorken; bir polis, bir öğretmen, bir hemşire,bir sekreter, bir temizlik personeli, bir imam, bir fabrika işçisi de benzer maaşları alıyor. Memlekete komunizm geldi de bizim mi haberimiz yok! Eğer doktor maaşı 10bin lira olup, imam maaşı 3bin lira olsaydı, asgari ücret 2 bin lira olsaydı, derdik ki; “devletimizin parası yok, zor günlerden geçiyoruz, herkesin maaşı düşük” ve bize verilene razı olurduk. Ben isterim ki bu yüce milletin her bir ferdi çok kazansın, her vatandaşımız refah içinde yaşasın, kimse yokluk çekmesin. Biz yanlış bir şey istemiyoruz, adaletli bir dağılım olsun istiyoruz. İlkokul döneminden beri bizim ve bizi yokluk içinde okutan ailemizin verdiği emeğin karşılığı olsun istiyoruz. Bu adaleti sadece başka mesleklerle aramızda değil, doktorlar olarak kendi aramızda da istiyoruz. Aynı ünvana sahip, aynı branştan 2 doktor farklı hastanelerde aynı işi yaparak farklı maaşları alıyorlar. Sebebi ise bir hastanenin döner verip bir hastanenin vermemesi. Veya acil serviste aynı işi yapan hekimlerden biri sırf sözleşmeli kadrosunda olduğu için diğer hekimin 2 katı maaş alıyor. Emeğin karşılığı böyle mi dağıtılır? Doktora zam yapıyoruz diye medyanın önünde bas bas bağırıyorsunuz. Bize hakkımızı böyle verecekseniz, hiç vermeyin. Zamanında hakime, savcıya zam yapıldığında adalet bakanı çıkıp bas bas bağırmış mıydı, halk bu zammı konuşmuş muydu? Elbette hayır, çünkü olması gereken budur.
Bizi siyasetinize alet etmeyin. Bizi paracı ilan etmeyin. Bizi milletimizin önüne atmayın, halkımızla düşman etmeyin. Zaten mevcut politikalar halkla doktoru yeterince karşı karşıya getirdi ve bunun sonucunda şiddet olayları aldı başını gitti. Buna dur demenin zamanı geldi. Halkla karşı karşıya gelen doktorlar, malpraktis davalarının neden olduğu defansif tıp nedeniyle kendi içlerinde de ufak tefek sorunlar yaşamaya başladı. Zaten iş yükünün fazla olduğu bu şartlarda defansif tıp nedeniyle sorumluluk alamaz ve topu hep başka meslektaşlarımıza atar olduk. Taburcu edebileceğimiz hastayı “bi kardiyoloji görsün, bi kadın doğum görsün, bi de cerrahi görsün onlar taburcu etsin” der olduk. Birbirimizin iş yükünü daha da arttırdık. Normalde ileri tetkik istemeyeceğimiz hastadan, sırf bir şeyleri atlar mıyım korkusuyla ekstra tomografiler, mr’lar, konsültasyonlar ister olduk. Bu şekilde hem iş yükü arttı, hem maliyet arttı, hem hastaların işi uzadı, hem de hastanelerin ve özellikle acil sevislerin yoğunluğu arttı. Peki bunlar kimin umurunda? Görünen o ki sağlık sistemini dizayn edenlerin umurunda değil. Halk zaten ne olup bittiğinin farkında değil... Bunlarla dertlenen, çözümler arayan bir tek biz sahadaki hekimleriz. Yıllarca bizleri, sağlık sistemini; doktor olmayan, sahadan uzak kişiler yönetmiş, bizleri onlar temsil etmişler. Ama bu düzenin değişme vakti geldi. Sağlık sisteminin başı doktorlardır, sistemin her türlü sorununu ve çözümleri bilenler doktorlardır. Dümene; sahayı iyi bilen, işin ehli doktorlar geçirilirse, alabora olma tehlikesindeki bu gemi, limana güvenle yanaştırılır... Unutmayın, hepimiz aynı gemideyiz.
Mevcut sistemde halkla doktorların arasını açıyorsunuz, doktorlarla doktorların arasını açıyorsunuz, ve tabip dışı personelle doktorların arasını açıyorsunuz. 14 mart tıp bayramıdır, doktorların günüdür. Bugünün doktorlara ait olduğunu bile bize savundurtuyorsunuz. Hiçbir mesai arkadaşımın; hemşirenin, sekreterin, teknikerin bizim bu günümüzde gözü olduğunu düşünmüyorum. Hatta aksine çalışma arkadaşlarım bizim bu günümüzü kutluyorlar. 14 mart tıp bayramıdır, 12 mayıs hemşireler günüdür ve 29 kasım Tıbbi sekreterler günüdür. Biz de arkadaşlarımızın bugünlerini kutluyoruz. Lütfen bizim çalışma ortamımızdaki huzuru kaçıracak kararlar almayın. Biz yeri geliyor 24 saatlik nöbette anne babamızdan, çoluk çocuğumuzdan çok, bu mesai arkadaşlarımızı görüyoruz. Biz mesai arkadaşlarımızı seviyoruz; onlara, emeklerine ve meslek günlerine saygı duyuyoruz. Biz de yaptığımız işe tüm toplumun saygı göstermesini istiyoruz. Sakarya’ya geldiğinizde felç geçirseniz size trombektomi yaparak müdahele edecek tek girişimsel nörolog Bilgehan hocamızdır. Kendisi çok çok daha iyi kazanacağı ve rahat yaşayacağı özel sektöre geçerse felç geçirecek hastalar tedavisiz kalacaktır. Üzücü olan ise; bu insanlar bir pıhtı nedeniyle değil, felç olmuş politikalardan dolayı yatalak kalacaklardır...
Sakarya’daki tek çocuk nöroloğu hocamız Uzm. Dr. Emre Kaplan da aynı şekilde kıymetlidir... Bu hocalarımıza, değerlerimize sahip çıkalım. Sakarya’da sadece bir tane vali varken, saydıklarım ve benzeri bir çok hocamız da sadece bir tanedir. Üstelik valinin bile yeri kolayca dolabilecekken bu hocalarımızın bırakacakları boşluklar hiç de kolay dolmayacaktır. Tıpkı Sakarya’da olmayan çocuk gastroenteroloğu gibi. Bu branşlara başvurmak isteyen hastalar bir başka şehre Kocaeli’ne gitmektedirler. Tekrar soruyorum; burada madur olan kimdir? Tabiki halktır. Biz bu eylemleri sadece kendimiz için yapmıyoruz, aynı zamanda ileride çok daha kötü günlerin geleceğini öngördüğümüz için yapıyoruz, halk için yapıyoruz. Kovulmamıza rağmen özele, yurt dışına gitmemek için yapıyoruz. Halkımız madur olmasın, maddi durumu olmayanlar da ücretsiz sağlık hizmetinden yararlanmaya devam edebilsin diye yapıyoruz... Ama sizler, düzgün bir sistem inşa etmek yerine, beton binalar inşa etmekle meşgulsünüz ve bununla övünüyorsunuz. İçinde doktor olmayan şehir hastaneleri yapmakla sağlıkta dönüşüm yapmış olmazsınız. Boş odalar tek başlarına hasta tedavi edemezler. Bu eylem günlerinde bunu anlamanızı istiyoruz. Ve biz Türk hekimleri; gitmek istemiyoruz...Kalmak ve halkımıza hizmet etmek, bilim yapmak, gönüllere dokunmak istiyoruz. Bana cerrahiyi bıraktıran, beni ideallerimden vazgeçiren sistemi değiştirmek istiyoruz. Çünkü ben biliyorum ki; bugün Almanya’ya, Amerika’ya gitsem kariyerime cerrah olarak devam ederim... Çünkü oralarda emeğin karşılığı var, saygınlığı var. Oralarda cerrahiyi kazanmak kolay değil. Burada ise bir zamanın TUS derecesiyle girilen bölümleri olan kadın doğum kardiyoloji gibi bölümler artık tercih bile edilmiyorlar. Sağlık sistemi alarm veriyor! Lütfen dediklerimize kulak verin. Biz üzerimize düşeni yapacağız, lütfen sizler de yapın.
Hekimler; hekim sendikalarının kuruluşuyla ilk defa bu kadar umutlular. “Yurtdışına gidecektim, bekleme kararı aldım” diyen meslektaşlarımı biliyorum. Bizler artık sendikal olarak, anayasaya uygun bir şekilde kendi mücadelemizi vereceğiz. Bu sistemi sizlerle beraber iş birliği içerisinde düzelteceğiz. Bu meselelerin tamamı çözülene kadar da sendikal mücadelemize devam edeceğiz. Lütfen geç kalmayın. 36 saatlik nöbetlerin insani olmadığını, kalkması gerektiğini yıllarca söyledik. İlla kaldırmanız için gencecik bir hekimin nöbet sonrası direksiyon başında uyuyakalarak, kamyonun altına girmesi sonucu ölmesi mi gerekiyordu? Sağlık sistemi de bu şekilde ölüm döşeğinde. Ama hala kurtarılabilir, hala geç değil... Ve son olarak sayın bakanım, size, sizin ağzınızdan çıkan bir cümleyi hatırlatmak istiyorum “ hekimlerimiz, en zengin ülkelerin alıcı gözlerle baktığı, en iyi yetişmiş hekimlerdir. Bunu unutmayın “ diye seslenmiştiniz Türkiye büyük millet meclisi kürsüsünden. Biz unutmayız sayın bakanım ama keşke sizler de biraz hatırlasanız... Saygılarımı sunuyorum..."