İnsanları gerçekten duyuyor musunuz? İnsanların seslerinden veya bize kurdukları cümlelerden bahsetmiyorum, çevremizde olup biten seslerden de bahsetmiyorum. Bahsettiğim ruhlardan yükselen, sessiz çığlıkların seslerini duyup duymadığınız! Hangimiz ya da toplumda kaç oranda insan bunu başarabiliyor? Doğrusu araştırma konusu olabilecek kadar ilgimi çekmiştir kimi zaman.

Geçtiğimiz bu zor zaman diliminde, aklımı daha fazla kurcalayan bir soru haline gelmesine şaşırmıyorum. İçe dönüş ve sorgulama zamanı olması elbette şaşırtmıyor beni.  Özellikle değerlerin tekrar düşünülüp sorgulandığı bu biricik zaman, örselediğimiz her şeyin aslında ne kadar da değerli olduğunu hatırlattı biz insanoğluna!

Duymanın ne denli önemli olduğuna geçmeden önce, bir insanı gerçekten dinlemenin, ona verdiğimiz değerin neticesinde gerçekleştiği kanaatindeyim. İnsanlara değer verdiğimiz ölçüde dinliyoruz.

Peki, siz gerçekten duyanlardan mısınız? Yoksa duyduğu şeyleri çokta önemsemeyenlerden mi? Siz, insanların sizi duyduklarına ve dinlediklerine inanıyor musunuz? Yoksa kimse beni anlamıyor ki diyenlerden misiniz? Duymak ve gerçekten dinlemek neden önemlidir? Müsaadenizle bu soruları irdeleyelim istedim.

Gerçekten bir insanı duyuyor olmak gerçek bir meziyettir. İnsan naturası gereği önce beni dinlesinler, beni anlasınlar eğilimindedir. Bu ego yapısından sıyrılmanın oldukça çetin bir yol olduğunu biliyorum, zordur bir insanın kendini dışardan objektif değerlendirebilmesi. Zordur insanın kendine, kendi formunun dışından bakabilmesi. Bunu başarabilen insan değerlidir ve kendi değerinden münhasır olsa gerek, değer verir insanlara ve hatta insanlığa…

İçtenlik ve samimiyetle bizi dinleyen ve duyan insanları hangimiz sevmeyiz ki…

Hangimiz bize verilen ehemmiyetin lezzetini inkar edebiliriz. Güzel değil midir? İnsanların sizin sessiz çığlıklarınızı duyması, iç zindanlarınızdan gönderdiğiniz, belki de o karmaşık mesajlarınızın anlam kazanması. Kaçınız tatlı bir esinti ile devam etmesini istersiniz ya da hep bu an da kalmak ister gibi hedonik bir etki altına girersiniz. Kuşkusuz hepimiz…

Kimsenin sizi anlamadığınızı düşündüğünüz anlar vardır elbette ama biz herkese özgü dünyaları anlayabiliyor muyuz? Önce bunu anlamalıyız belki de. Her insanın ayrı ayrı değeri olduğunu. Belki de birey merkezli düşüncelerden sıyrılıp başkalarının da olduğu bir dünyayı anlamamız gerektiğini, anlamalıyız öncelikle.

Zaman ağır akıyor bugünlerde, hep o önemsemediğimiz zaman var ya işte o; tüketmek istiyorduk ya her şey gibi zamanı da, bir an da yavaşladı değil mi? Fabrika ayarlarımıza dönmüş gibiyiz, sıfırlandık ve bekliyoruz bizi kodlamalarını, tekrar tekrar yargı kalıplarına sokmalarını. Sıkılıyoruz birçoğumuz, kıstırılmış ve fare kapanlarına sokulmuş gibiyiz. Matrix hatası olabilir mi? Ruhumuz daralıyor, nerede ne yanlış yaptık diyoruz, hak etmediğimizi düşünüyoruz. Sarılmanın bile değerini anlıyoruz bugünlerde. Sarılmak ve dokunmak en az duymak kadar önemli son günlerde.

Siz ne gibi çözümler üretiyorsunuz bilmiyorum ama ben bir gelecek tasviri yaptım kendimce. Eğer bu günleri atlatmayı başarabilirsem şunları, şunları yapacağım diye notlar alıyorum. Nasıl bir sonuçla karşılaşacağımı bilmiyorum ama bir ütopik dünya kurmuş durumdayım, hayatın hızında fark edemediklerimi fark ediyorum. Kendi tınımı duymak istiyorum diye yazdım geçenlerde mesela. Sonra bir zamanlar yel değirmenlerine savaş açan ruhumu dinledim, güldüm biraz kahramanlık ruhuma. Dünyayı değiştirmek mi? Gerçekten mi? İyi ki Sokrates varmış, beni kendime getirmiş ve hayat felsefem olmuştu…

Şöyle der; ‘’ Dünyayı değiştirmek isteyen insan, önce kendinden başlamalıdır’’ Nasıl muhteşem değil mi? Anlayabilirsek, duyabilirsek eğer…

Sonuç itibariyle duymak için önce kendinizi duymalısınız sonra diğerlerini, anlamak için önce kendimizi, mutlu olmak için önce kendi mutluluğumuzu diyorum, özünde mutluluk diyorum. Kendini dinleyebilen insan başkalarını dinleyebilir diyorum. Her şey kendinde başlar kendinde biter diyorum…

Sevgiyle Kalın…