Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (SUBÜ) tarafından düzenlenen SUBÜ Konuşmaları’nın 16. konuşmacısı ‘Tarihsel Akış, Değişimin Hızı ve Eğitim’ başlıklı söyleşiyle İbn Haldun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Atilla Arkan oldu. Moderatörlüğünü SUBÜ Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Zafer Tatlı’nın yaptığı söyleşide, bedevi toplumlardan bilgi toplumuna geçişe kadar yaşanan süreç, kurumların oluşması, değişimin anlamlanması ve değişim hızının hayatın bir gerçeği olarak yerleşmesi, eğitim sistemlerinin günümüz dünyasında alacağı biçim, öncelikler ve stratejiler değerlendirildi. Söyleşide öğrencilerin soruları da cevaplandırıldı.

Son halka anlam arayışı

Bir Sakaryalı olarak şehri özlediğini söyleyen İbn Haldun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Atilla Arkan, “Sakarya’nın bir üniversitesinde böyle bir programa katılmak benim için anlamlı. Şehrimizi her zaman sevdik ve seviyoruz. İnsanoğlu tarihsel akış içerisinde ve dünyada aklıyla farklılaşıyor. İbn Haldun değişimi anlamaya çalışarak teoriler ortaya koydu. Bu anlamda modern dünyanın öncüsü. İbd Haldun insanların göçebe olarak yaşadığı bedevilik dönemlerinden bahsediyor. Bu yaşam tarzını ve bunun üzerine farklı etmenlerin etkilerini gözlemliyor. Buradaki insanlar tarım toplumundaki insanlardan farklı özellikler sergiliyorlar. Bütün becerilerini sonuna kadar kullanmak zorundalar.

İnsanoğlu hangi yaşam biçimi altında yaşarsa yaşasın en başta güvenliğini teminat altına almaya çalışıyor. Bunu da aile ya da kabile şeklinde örgütlenerek yapıyor. Güvenin ardından daha konforlu bir yaşam arayışı başlıyor. Modern döneme geldiğimizde öncelikler değişiyor. 17. YY’dan sonra özgürlük farklı bağlamlarda ele alınıyor. Köle olmamak ya da belli şıkların arasında tercih imkânına sahip olabilmek, kendi yönetebileceği bir yaşam alanına sahip olabilmek gibi konular tartışılmaya başlanıyor. Adaleti temin edebilmek ve son olarak tarih akışındaki insanın aradığı son şey ise anlam arayışı” diye konuştu.

Doğayı tüketmiş durumdayız

Bilim kurumlarının da insanoğlunun anlam arayışının bir ürünü olduğunu kaydeden Arkan, “Tarım toplumunda modern dünyada da yer alan kurumlar meydana geliyor. Yazı bulunuyor. Bürokrasi ile devlet ve devletin altındaki kurumlar ortaya çıkıyor. Sanayi toplumuna kadar üretmenin ana merkezi insan, öküz ve at gibi canlılardı. Üretimin enerji tarafı bunlarla yürütülüyordu. Sanayi ile birlikte canlıdan sağlanmayan enerji biçimleri ortaya çıktı. İlk önce buharlı makinelerle birlikte kömür. Daha sonra petrol, doğalgaz kullanılmaya başlandı. Bu fizik anlayışının değişmesiyle mümkün oldu.

Önceden Aristo fiziğine dayalı nitel bir fizik vardı. 17. YY’da doğa bilimleri merkeze geldi ve matematiksel bir hale döndü. Kimya ve fizik gibi doğa bilimlerinin matematikle beraber uyumlu kullanımıyla teknoloji müthiş bir sıçrama yaptı ve canlının kapasitesini çok çok aşan makineler ortaya çıktı. Arabaları tanımlarken 100 beygir gücünde demeye başladık. Tarım toplumuyla mukayese ettiğimizde müthiş bir güç artışı yaşanmaya başladı. Bu aynı zamanda kaynakların sınırlı olması nedeniyle doğanın aleyhine bir durum da ortaya çıkarmaya başladı. Artık doğayı tüketmiş durumdayız. Onunla ilişkimizin daha organik, daha uyumlu ve aynı gerçekliğin parçası olduğumuz farkındalığına giden bir süreç yaşıyoruz.”

Hızlı akan bir nehirde yaşıyoruz

İvmenin başladığı ve değişimin görünür olduğu yerin sanayileşme olduğunu belirten Arkan, “Ancak değişimin hızının arttığı yer ise bilgi toplumuna geçtiğimiz yer. Teknolojinin muayyen bir kısmının hayatın akışına güçlü bir etkisi var. Yapay zekâ, algoritmik düşünce ve nano teknoloji alanındaki gelişmeler bunun başında yer alıyor. Artık mikronun binde biri kadar bir alanda ayrı bir evren ortaya çıkarılabiliyor. Bunu dışarıdan gözlemlediğimizde gördüğümüz en önemli sonuç insanoğlunun kapasitesinin müthiş bir şekilde arttığı oluyor. Bu sanayi toplumuyla mukayese edilecek bir şey değil. Artık ürünün tasarlanmasından üretimine kadar her şey yapay zekâ ile yapılabiliyor. Bugün dünya ekonomisinin en değerli varlıkları bilgiyle ilgili şirketler.

Bilgi toplumunda artık değişimi değil değişimin hızını konuşuyoruz. Hızlı akan bir nehirde yaşayan varlıklarız. Bizi dinleyen öğrencilerimiz hayatları boyunca ya 3-4 tane iş yapacaklar ya da anlamlı bir şekilde işleri 3 ve ya 4 evrim geçirecek. Atlama noktalarında atlamaları gerekecek. Yoksa şu anki küresel işsizlik kadrosuna onlar da dâhil olacaklar. Eğitimin değişimin hızını ve kuşakların arasındaki anlamlı ayrışmayı öngörmesi gerekiyor. Bir yerde de uyumu yakalaması lazım. Bu nedenle eğitim sisteminde esneklik ve uzlaşma çok önemli hale gelecek. Empati, farklılıkları fark etme ve denge, analiz ile eleştiri becerileri öne çıkacak. Bilgi bir miktar önemli ama eskisi kadar önemli değil. Artık önemli olan bilgiyi işleyebilmek” ifadelerini kullandı.