İçinde bulunduğumuz coğrafyada, Kültür ve Sanatın, toplumun bazı kesimlerince önemsenmediği, hatta hakir görüldüğü bir dönemi yaşamaktayız... Sanatsal faaliyetlerin angarya olarak bakıldığına, zaman kaybı olarak değerlendirildiğine üzülerek şahit olmaktayız... Oysaki... Bizi biz yapan değerlerin temelinde, harcında Kültür ve Sanat var... Birbirimize olan sevgi ve saygımızın mayasında, atalarımızın sözleri ve özdeyişleri bulunmakta... Günlük hayatımızda karşılaştığımız tüm sorunların çözüm yolları, kültür hayatımızda yer almakta... Çevremizde olup bitene karşı geliştirdiğimiz davranış kalıplarımız bile, çoğunlukla, büyüklerimizden öğrendiğimiz gelenek göreneklerimizde bulunmaktadır...

Sanat bir toplumun hayat damarlarındandır... Sanat susarsa, evren susar... Toplumda şiddet baş gösterir... Sanat küserse, insanlarda kavga başlar... Toplumda taciz, tecavüz, sapıklık, kin ve nefretin kaynağında ise; yine adı konulmamış bir sanat eksikliği muhakkak vardır... Şiir, Edebiyat, Tiyatro, Müzik, Sinema, ve daha niceleri...

Nerdesiniz Ey gönlümüze ışık tutan, bizi aydınlatan gönül insanları... Nâmı Bolu dağlarında yankılanan Köroğlu, Sadık yâri kara toprak olan Aşık Veysel, Şairler Sultanımız Baki, eleştiri deyince akla gelen isim Nefi, Milli Mücadeleden yılmayan Ziya Gökalp, Vatan Şairi Namık Kemal, İstiklâl Şairimiz Mehmet Akif, Üstat Necip Fazıl ve daha niceleri... Türk tiyatrosunda ise; öncü isim Şinasi' den tutun, ilk kadın oyuncumuz Afife Jale' ye; Hacivat ile Karagöz' den, Haldun Tanere, Dormen' e; İsmail Dümbüllüden Müjdat Gezen' e kadar;  daha niceleri... Nerelerdesiniz... Ruh dünyamız neredeyse asırlardır bir bütünlük içinde kendi yağıyla kavrulmaktaydı... Ama bu son dönem, çarkın dişlileri artık ahenkli çalışmıyor, bütün değerlerimiz, 'Eski camlar bardak oldu' hesabı rafa kaldırılıyor ve yerine koyabileceğimiz güzel davranışlara bizim adımıza başkası, sanal dünya, sosyal medya, karar veriyor hâle geldik...

Peki... Ne oldu da birbirini seven, birbirine saygı duyan bir toplumdan; birbirlerini boğazlayan bir topluma, 'Yaradılan' ı sev, yaradandan ötürü' düsturuyla yola çıkmışken, Allah' ın emaneti olan eşlerini hunharca katleden bir topluluğa ne ara sürükleniverdik...

Belki de biraz müzikten uzak kaldık... Ruhumuzu hafifleten sanat müziğine yabancılaştık... Tatlı naif, içimizi ısıtan sözcükler yerine; sertliği, kaba kuvveti, düşmanlığı körükleyen sözlerin güfte olarak seçilmesi bu kopuş sürecini hızlandırdı... Halbuki... Bizi, Adam Olacağımıza inandıran Barış Mançomuz, 'Allah yâr yâr' diyen Cem Karacamız, Minik Serçemiz Sezen Aksumuz, Badi parmağımıza konan kuşu anlatan Ezginin Günlüğü grubumuz ve daha niceleri vardı... Hatta 90' lara damgasını vuran Rafet El Romanlar, Mustafa Sandallar, Serdar Ortaçlar, sonraları Barış Akarsular ve daha niceleri... Bazıları hâlâ var... Fakat artık ya üretkenlikleri bitti ya da üretmek istemiyorlar... Ya da farklı nedenler... Ama şu gerçek ki alttan gelen yeni nesil istenilen seviyede değil... Bizi tam olarak anlatamıyor ya da yansıtamıyorlar... Aslında bizler de bir sirkelenmeli ve kendimize dönmeliyiz...

Bizim çocukluğumuzda 'Yeşilçam' filmleri vardı... Kötünün tam kötü (Erol Taş gibi), iyinin tam iyi (Hulusi Kentmen, Sadri Alışık gibi) olduğu dönemler... Güzel günlerdi... Sabırsızlıkla beklerdik... Filiz Akınla Ediz Hun' un kavuşacağı anı, Cüneyt Arkın' ın at sırtında gelişini... Kemal Sunal' ın gülüşünü... Zeki Alasya ile Metin Akpınar'ın evimizden biri olan hallerini, Nejat Uygur' un parodilerini, Şener Şen' in, Adile Naşit' in, Münir Özkul' un babamız, anamız, atamız olan hallerini ve bize kazandırdıklarını unutmak ne mümkün... Unutmamak da gerekir... Gelecek nesilleri eski kuşaklarla buluşturmak ve kültür dünyamızı tekrar bu güzelliklerle doldurmak gerekiyor... Gönül coğrafyamızda ufak bir boşluk bıraktığımız an ne gibi kötülükler yapabileceğimizi malesef acı tecrübelerle öğrendik... Nice insanımız vahşice öldürüldü... (Özgecan Aslan gibi)

Artık bunlara müsaade etmemeliyiz... Kültüre Sanata değer vermeli, birbirimizi sevmeli ve birbirimize hoşgörüyle yaklaşmalıyız... Özellikle Pandemi süreci bize, aslında bu dünyada herkesin ne kadar yalnız ve bir o kadar da garip olduğunu göstermedi mi... Tabiki gösterdi... Bu nedenle artık birbirimize daha sıkı bağlanmalı ve bizler, daha çok çalışarak gönül dünyamızı zenginleştirmeliyiz...

Sanat hiç bir zaman susmamalı, sanatçıyı küstürmemeli, toplumca, toplumda hak ettiği değeri vermeliyiz... Kültür, sanattan beslenmeli ve bizler, her daim Kültür ve Sanatın yağmurunda ıslanmalıyız...

Sevgi ve Saygılarımla...

Paylaşmak istediğiniz her türlü düşünce ve önerileriniz için:

e-mail: [email protected]

Twitter:

@recepyetim54