SES Kocaeli Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Çiğit, gazetenin internet sitesinde yayımlanan Derince Araştırma Hastanesinde koronavirüs hastalığıyla ilgili haber sonrasında kelepçelenerek gözaltına alındı. Olayı duyunca Emniyet Müdürlüğü'ne giden gazetenin yöneticisi ve yazarı Güngör Aslan, "Haberi o değil ben yaptım, onun sorumluluğunda değil" deyince İsmet Çiğit serbest bırakıldı, onun yerine Güngör Arslan gözaltına alındı. Arslan ve daha sonra Emniyet'e çağrılan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Serimer ifadelerinin ardından serbest bırakıldı.

Bu arada, Kocaeli'nin en kıdemli gazetecilerinden biri olan İsmet Çiğit'in kelepçelenerek gözaltına alınması tepkiyle karşılandı. Kocaelili gazeteciler sosyal medya hesabından Çiğit'in kelepçeli fotoğrafını paylaşarak, tepkilerini dile getirdi.

ÇİĞİT: ÖZÜR BEKLİYORUM

İsmet Çiğit, gözaltı sürecini anlattığı bugünkü köşe yazısında devletten özür beklediğini belirtti.

Çiğit'in "Susma sustukça sıra sana gelecek" sloganıyla bitirdiği yazısı şöyle:

"Bugün sizlerle çarşamba günü gecesi yaşadığım ve hayatımda hiç alışık olmadığım olayları paylaşmak istiyorum.
Dün yazmıştım, Tahir Büyükakın, İbrahim Aracı yazılarımdan rahatsız.

Hep şikayetçi oluyorlar, polis çağırıyor, emniyete gidip ifade veriyorum.

Çarşamba gecesi farklı bir olay oldu.

Polis bu kez çağırmadı.

Nöbetçi savcının emriyle, evime geldiler, beni yataktan alıp, kelepçe ile ifadeye götürdüler.

Yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

İNTERNETLE HİÇ İLGİM YOK

SES KOCAELİ’de birlikteliğe başladığımızdan beri Güngör Arslan ile aramızda tam bir uyum var.

Ben kağıt gazeteyi yapıyorum, Güngör buna karışmıyor.

Güngör internet sayfalarını yapıyor, ben internete karışmıyorum. Aslında bu durumu pek çok kez de yazdım.

İlimiz basın camiası da, devlet de böyle olduğunu biliyor…

Çarşamba günü Corona virüs paniğinin etkisiyle, gazeteye pek çok ihbar geldi. Hatta saat 16.00 sıralarında İzmit’in en büyük mahallelerinden 

birinin İtalya’dan gelen bir çiftte mikrop bulunduğu gerekçesiyle karantina uygulaması başlatıldığı öne sürüldü.

Ben habere baktım, ‘Gazeteye koymam. Siz de internete koymayın’ dedim.

Bu haber SES’te çıkmadı.

Bu arada KOÜ Tıp Fakültesi Hastanesinde çok sayıda vaka olduğu öne sürüldü.

Güngör Arslan, en yetkili kişileri aradı, Tıp Fakültesi’nde tedavide coronalı hasta bulunmadığını öğrendi, bu ihbarları da sildi.

Derince Sopalı Hastanesi’nde hastalar bulunduğu ihbarı geldi.

Güngör, bunu da sorguladı.

Doğrulayanlar oldu.

Ben yine arkadaşlara, “Şu corona işine bulaşmayın. Bu biraz tuhaf bir konu. İnternette haber yapmayın” dedim.

Gazeteyi bitirdim, akşam eve gittim.

Akşam saat 20.00’den sonra SES’in internet sayfasında Sopalı Hastanesi ile ilgili bir haber kullanılmış. Ben evde kendi dünyamdayım. Film izliyorum.

Haberi görmedim, okumadım…

KAPIYA POLİSLER GELİYOR

Her gece olduğu gibi, saat 22.00’de olmak zorunda olduğum insülin iğnesini kendime vurdum ve yattım.

Saat 00.30’da evimin kapısı acı acı çalınıyor.

Eşim, çocuklarım açtı.

Üç tane polis. Güvenlik Şube’den gelmişler.

Beni soruyorlar. Kalktım yataktan, kapıya geldim. “Hakkınızda savcının gözaltı emri var. Uygulamaya geldik. Sizi alacağız” dediler.

İlk kez böyle bir olay yaşıyorum.

Ama her an olabileceğini de biliyordum. Kapıya gelen polisler inanılmaz nazik. Üstelik, sanki biraz mahcup. Giyindim… Bu arada evin kapısında polisler, komşular da tedirgin oldu.

Eşim, dokunsanız ağlayacak.

Büyük oğlum da “Babam hastadır. Ben de geleyim yanında” dedi. Polisler kabul ettiler. “Prosedür gereği kelepçe takıp hastaneye götüreceğiz” dediler.

Uzattım bileklerimi.

Kelepçe acıtmasın diye özen göstererek nazikçe taktılar.

Çok kötü bir şey değilmiş kelepçelenmek.

Bunu da öğrendim.

Ama insan tuhaf oluyor.

Sanki bir katil gibi, bir terörist gibi bu şekilde, bu saatte götürülünce, Polisler arabaya koldu, Devlet Hastanesi’ne getirdiler. Yine prosedür gereği doktor kontrolünden geçmek gerekiyormuş.


GÜNGÖR ARSLAN DELİKANLI ADAM

Oğlum, evden çıkarken Güngör Arslan’ı aramış, “Polisler eve geldi. Babamı kelepçe ile götürüyorlar” diye haber vermiş.

Ben polis arabasıyla Devlet Hastanesi’ne geldiğimde, Güngör benden önce gelmişti.

Benim polisler arasında kelepçeli halimi gördü.

Hissettim, çok üzüldü.

Devlet Hastanesi acili o saatte bile dolu.

Ben polisle geldim ya kelepçeli teröristim ya öncelikle muayeneye aldılar. Doktor beni muayene edecek sanıyorum.

Zaten ciddi muayene etse, hastaneye yatırır.

Meğerse “Polisler evden alırken kötü muamele yaptılar mı?” diye soracakmış.

Yok öyle bir şey dedim. Çok nazik davrandılar.

Bir şikayetim yok.

Emniyet Güvenlik Şube’ye gittik. “İnternette bu Sopalı Hastanesi’nin haberini sen mi yazdın” dediler. Bu arada polisler bana “İsmet Amca” diyorlar.

Polisler bana soru sorunca, Güngör atıldı; “İsmet Abi’nin internet sayfasından haberi bile olmaz. Haberi ben yaptım, sayfaya ben koydum” dedi…

Birden işin rengi değişti.

Nöbetçi savcı ile falan-savcı bey, evinde nöbetçiymiş- telefon görüşmesi yapıldı.

Polisler beni bırakıp, “İtirafçı” olan Güngör’ü sorguya aldılar.

SAAT 04.00’DE EVE DÖNDÜM

Neyse, beni serbest bıraktılar. Bir sürü tutanak, bir süre imza, evrak falan.

Güngör için gözaltı kararı çıkmış.

Ayakkabısının bağcıklarını, pantolonunun kemerini çıkarttırdılar, “Sizi bu gece misafir edecek, yarın mahkemeye çıkartacağız” dediler.

Güngör atılıp, “Ben yaptım” demese, ben gözaltına alınacağım.

Nezarette bir gün kalsam, herhalde sabah tabut içinde çıkardım.

Yanımdan hiç ayrılmayan oğlum beni alıp, saat 04.00’de eve döndürdü.

BU ÜLKE BÖYLE OLMAMALI

Ben her zaman gazeteci olarak işimi yaparken, özellikle devlete karşı sorumluluklarımı hiç unutmadım.

Hep devletin yanında oldum. Siyasetle kavga ettim, kişilerle kavga ettim.

Devletle asla.

Yıllar önce ilimizdeki bir kamu kuruluşunda işçiler yedikleri yemekten zehirlenmişlerdi.

O zaman internet falan yok. Sadece kağıt gazete var.

Ben de en güçlü yerel gazetenin yöneticisiyim. Dönemin Valisi Sayın Kemal Nehrozoğlu aramıştı.

Makamına davet etti, gittim. “İsmet Bey, Böyle bir olay oldu. Ama sizden Vali olarak rica ediyorum. Bu yemekten zehirlenme haberini kullanmasanız” dedi.

Sayın Nehrozoğlu, “Yine de karar sizindir. Ben basının işine karışamam. Sadece sizden rica ediyorum. Bu olayı çok yönlü araştıracağıma da söz veriyorum” dedi.

Haberi kullanmamıştım.

Yıllar önce bu kentte ve bu ülkede devlet bu kadar nazik, basına karşı bu denli toleranslıydı. Şimdi internet sitesinde küçücük bir haber çıkıyor, devlet ”Bu haber yalandır” diyor ve hiç sorguya gerek duymadan, gece yarısı İsmet Çiğit’i evinden kelepçeleyerek alabiliyor.

Bu olayın, tam anlamıyla “Susma, sustukça sıra sana gelecek” vakası olduğunu düşünüyorum.

Aslında ortada bir suç yok- kabullenip, geceyi nezaretti geçiren Güngör, dün hastalanmıştı.

Çok çektiriyorlar Güngör’e de.

Devletin bir zaafı daha var bu konuda.

Ben de vatandaş olarak Sayın Savcılardan bunun cevabını soruyorum.


İNTERNET SİTELERİ NASIL ÖĞRENDİ?

Güngör’ü nezarete attılar. Ben saat 04.00’de eve döndüm.

Eşimin gözleri şişmiş. Ertesi sabah saat 0700’de işe gidecek küçük oğlum uyumamış bekliyor.

Bir yandan da internet sitelerini takip ediyorlar.

Ben eve geldiğimde, ilimizde yayın yapan bazı internet sitelerinde bizim haberimiz patlamıştı. Güngör’ün ve benim gözaltına alındığım, sorgulandığım yazıyordu.

Poliste bir küçük odada verdiğimiz ifadelerin neredeyse tam metni bu sitelerde yer alıyordu.

Bu nasıl oluyor Sayın Savcım. Benim ailemin, Güngör’ün ailesinin, sizin ve ifade alan polislerin dışında olayı bilen yok.

Ama daha ben eve gitmeden, benim polisteki ifadem nasıl bazı “Ajan provakatör” gazetecilerin internet sitelerinde yer alabiliyor. Lütfen bu soruma bir yanıt verin.

DEVLETTEN ÖZÜR BEKLİYORUM

Şimdi bu durumda sıradan bir vatandaş olarak, devletten özür bekliyorum.

Sayın Vali, Sayın Savcı olabilir.

Ya da AKP il Başkanı, AKP milletvekilleri olabilir.

Biz devlete yanlış yapmadık.

Bir haber kullanılmış. Haber yalansa düzeltilir. Ne demek gazetecilerin, hem da 60 küsur yaşındaki her yerinden hasta bir gazetecinin gece yarısı evinden kelepçelenerek alınması?

Bu nasıl devlet, bu nasıl adalet…

Çok rica ediyorum. Hakkımda bir şikayet olursa, arayın, çağırın. Polise, savcılığa, nereye istiyorsanız, 10 dakika içinde gelirim.

Ama beni gece yarısı evimdeki yatağımdan kaldırıp, kelepçe ile sorguya götürecek kadar aşağılayamazsınız.

Bir gün gelir, bunların da hesabı sorulur. Siz de hesap vermek zorunda kalırsınız.

Güvenlik Şube’nin bütün polislerine, nazik davranışları için teşekkür ediyorum. Onlar sadece görevlerini yaptılar.

Ama bir yargı görevlisi evinde oturuyor olacak, bir internet sitesinde bir haber çıktı diye 60 küsur yaşındaki gazetecinin evine polisleri gönderip, “Kelepçeyi vurup, bu adamı alın” diyecek.

İşte bunu kabul etmiyorum. İçine sindiremiyorum. Benim ülkemin yasalarında, anayasalarında da kimseye böyle bir hak verilmiyor.

Kendimi aşağılanmış, kirletilmiş, sanki kasten ajan provakatör gazeteci bozuntularına yem yapılmış gibi hissediyorum.

Bu nedenle, özür beklemeye de hakkım olduğuna inanıyorum.

Yaşadığım bu tatsız olay nedeniyle arayıp soran, üzüntülerini dile getiren bütün dostlarımı da teşekkür ederek, malum sloganı tekrarlıyorum:

“Susma, sustukça sıra sana gelecek”

(MEDYABAR)