TZOB Genel Başkanı Bayraktar, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 1972 yılında İsveç’in Başkenti Stockholm’de gerçekleştirilen BM Çevre Konferansı’nda alınan bir kararla, 5 Haziran’ın Dünya Çevre Günü ilan edildiğini hatırlatarak, “Dünya Çevre Günü çevre sorunlarına dikkat çekmek, doğayı ve dünyayı korumak için küresel farkındalığı artırmak amacıyla her yıl 5 Haziran'da kutlanıyor. Bu yıl etkinliklere Pakistan ev sahipliği yapacak ve 2021 yılı teması ise ‘Ekosistem Restorasyonu’ olarak belirlendi” açıklaması yaptı.

“Çevre kirliliği ekosistemin doğal dengesini bozuyor”

Çevre kirliliğinin ekosistemin doğal dengesini bozduğunu belirten Bayraktar, “Bütün canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen, çevreyi oluşturan öğeler üzerinde yapısal zararlar meydana getiren ve niteliklerini bozan yabancı maddelerin; hava, su ve toprağa karışarak ve zaman içinde yüksek oranda birikmesi sonucu çevre kirliliği meydana gelmektedir. Çevre kirliliği nedeniyle ekosistemlerde doğal denge bozulmaktadır. Sonuç olarak kirlenen hava, su ve toprak günümüzde artık canlıların yaşamını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.

Sanayileşmenin hızla gelişmesiyle birlikte artan üretim ve tüketim faaliyetleri, bu faaliyetler sonucu oluşan olumsuz çevresel etkilerini artırmış ve çevre sorunları artarak önemli bir boyuta ulaşmıştır. Bugün dünya genelinde doğal kaynakları tehdit eden unsurlar nüfus artışı, kentleşme ve tüketim alışkanlıklarımız ve iklim değişikliğidir.

“Dünya nüfusu arttıkça doğal kaynaklar hızla tükeniyor”

Hızlı nüfus artışına paralel olarak, doğal kaynakların daha fazla ve duyarsız bir şekilde tüketildiğini ifade eden Bayraktar, bu durumun ekosistemin işleyişini bozarak bazı canlıların neslinin tükenmesine yol açtığını belirtti. Ekosistemdeki her canlının bir görev üstlendiğini vurgulayan Bayraktar, “Şifa doğada saklıdır. Henüz faydası bilinmeyen bir bitkinin gelecekte amansız bir hastalığı tedavi edecek ilaç yapımında kullanılabileceği unutulmamalıdır. Doğadaki her canlıya özenle yaklaşmalı ve korumalıyız” diye konuştu.

Bayraktar, zaman içinde tüketim alışkanlıklarının yalnızca su değil, tüm doğal kaynakların hızla tükenmesine neden olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti:
“Sanayi devrimi sonrasında toplumlar maalesef sürekli olarak ihtiyacı olandan fazlasını tüketmiştir. Bunun örneği Türkiye’nin her tarafında su yetersizliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Acilen önlem alınmalıdır. Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde küreselleşen tüketim kültürünün etkisi daha da büyüktür. Oysa dünyanın doğal kaynakları bu hıza ayak uyduramamaktadır. Küreselleşen ekonomilerde kişi başına düşen su miktarındaki azalış hızla artmaktadır. Bundan 20 yıl önce ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1653 metreküp iken bugün 1346 metreküptür. 20 yılda yüzde 18,6 oranında azalmıştır. Bu durum su azlığı çeken ülkeler arasında olduğumuzu ve hızla su fakiri ülke konumunda olmaya ilerlediğimizi göstermektedir” açıklaması yaptı.

İklim değişikliğinin insanoğlunun ekonomik etkinlikleri neticesinde ortaya çıktığını ve ülkemizdeki su kaynaklarını tehdit eden en önemli konulardan biri olduğunu belirten Bayraktar, “Son yıllarda küresel ölçekte yaşanan taşkın ve kuraklık gibi doğal afetler, başta inşan hayatı olmak üzere ekosistemi ve su kaynaklarını tehdit etmekte ve görülme sıklığı, etkisi ve süresinde artışlar gözlenmektedir. Ülkemizde, iklim değişikliğinin etkileriyle kuraklık afetinin etkilerini arttırması beklenmektedir. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporu ve ulusal ve uluslararası bilimsel model çalışmaları Türkiye’nin yakın gelecekte daha sıcak, daha kurak ve yağışlar açısından daha belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağını ortaya koymaktadır. Yani iklim değişikliği artık bir çevre sorunu olmaktan öte bir kalkınma sorunudur” dedi.

“Ülkemizde suyun yüzde 77’si tarımda kullanılmaktadır”

Bayraktar, “Tarım, iklim değişikliğinden etkilenen sektörlerin başında geliyor” diyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Daha önce belirttiğimiz gibi tarımsal üretim her zaman kuraklık, aşırı yağış, dolu, don ve fırtına gibi doğal afetlere açıktır. Tarlasını eken çiftçi, ürününü hasat edene kadar diken üstündedir. Çiftçi, hasat yapılmadan ve ürünler ambara konulmadan ‘doğal afetleri atlattım’, diyemez. İklim değişikliğinin etkisiyle son yıllarda afetler sık sık yaşanmakta bazı yıllar üretim sezonu boyunca da devam etmektedir.

Dünyada suyun yüzde 71’ini kullanan tarım sektörü muhtemel kuraklık ve mevsimsel yağış düzensizliklerinin etkisiyle gıda arzında daralmaya sebep olmakta ve dünyanın birçok bölgesinde insanlığın gelecekte açlıkla karşı karşıya gelme riskini artırmaktadır. Ülkemizde ise kullandığımız suyun yüzde 77’si tarımda kullanılmaktadır. Ülkemizin iklim değişikliğinin etkilerinin yoğun hissedileceği Doğu Akdeniz Havzası’nda yer alması nedeniyle, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri yönünden, ülkemiz yüksek risk grubu ülkeler arasında kabul edilmektedir. Çevrenin ayrılmaz bir parçası olan su, insan yaşamının devamlılığı için bir esastır. Ancak, tüm dünyada suyun miktarı, kaynakları ve kalitesi iklim değişikliğinin olumsuz etkileri sebebiyle tehdit altında bulunmaktadır.

Dünyanın belirli bölgeleri sağlıklı suya erişimde veya tarım, sanayi gibi sektörlerde su kullanımı hususunda sıkıntı yaşarken ve kuraklıkla boğuşurken; belirli bölgeleri ise düzensiz ve aşırı yağışlara maruz kalarak taşkın, heyelan gibi doğal afetlerle mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Gelecek nesillerimizin de yaşam standartları doğrudan su kaynaklarımıza ve suyun etkin yönetimine bağlı olduğundan, bugünden sularımız üzerindeki tüm tehlikelere karşı önlemler almak gerekir.”

“Çevre bilinci oluşturulması için gerekenler”

“Çevre sorunları sadece ülkemize ait değil, tüm dünyanın ortak sorunudur. Dolayısıyla ülkeler bazında ortak hareket edilmelidir” diyen Bayraktar, çevreye sahip çıkmak için yapılması gerekenleri ise şöyle aktardı:

“Toplumda çevre bilincinin oluşturulması, çevre sorunlarına karşı duyarlı olunması ve gerekli önlemlerin alınmasının temelinde eğitim yatmaktadır.

Üreticiden tüketiciye toplumun her kesiminin çevre konusunda bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi önem arz etmektedir.

Ülkeler doğal kaynakların korunmasını sağlayıcı politikalar geliştirmeli, sektörel politikaların biyolojik çeşitliliğin korunması amacını gözetecek şekilde düzenlenmesi gerekir.

Çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve üretim sürecinin olumsuz etkilenmemesi için, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımında kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve toplumun konuya duyarlılığı önemlidir.

Tarım arazilerinde toplulaştırma çalışmaları yapılırken, rüzgâr erozyonu görülen alanlarda, rüzgâr perdesi, yeşil kuşak ve rekreasyon maksatlı ağaçlandırma çalışmaları yapılacak alanlar planlanmalıdır.

Tarım alanlarında uygun planlama yapılarak en az su tüketen bitki yetiştiriciliği, bilinçli gübre kullanımı ve modern sulama teknikleri ile uygun türlerle oluşturulan ekim nöbetleri uygulamaları yaygınlaştırılmalıdır.

Toprakların çoraklaşmasını ve verimliliğin azalmasını önlemek maksadıyla atık sular ve tarımdan dönen drenaj suları, uygun arıtım sağlanmadan tarımda kullanılmamalıdır.”