― Merhumu nasıl bilirdiniz?
― İyi bilirdik!

― Size sormadım cemaat!
Şu toprağa soruyorum, şu börtü böceğe soruyorum, şu dağa taşa soruyorum, şu dilsiz hayvanlara soruyorum, şu ağaçlara soruyorum, şu evlere, binalara soruyorum.
Çünkü size sorunca tüm şerefsizler için bile "iyi bilirdik" diyorsunuz!

― Kuşlar:
― Onu iyi bilmezdik.
Balkonuna yaptığımız yuvayı bozardı. Yumurtalarımızı kırar atardı. Balkondan yemeyelim, içmeyelim diye balkona bizi korkutacak şeyler koyardı. Halbuki bu evin yerinde dedelerimizden kalma ağaçlar vardı.
Ağaçlarımızı kestiler, yerine ev yaptılar.
Eve bir ağaç dikmediler. Evimizi elimizden alıp bizi betonlara mahkum ettiler. Bir gramlık canımız vardı. Korkudan ölecek oluyorduk.
Biz onu iyi bilmezdik hoca efendi!
Hakkımız helal değildir. Öldü ya bir kaç gündür rahat ettik!

― Kediler:
― Hakkımızı helal etmiyoruz hoca efendi!
Çöpten yiyecek almamıza engel olurdu. Bizi görünce taşlardı.
Tam uyuyacakken kuyruğumuza basardı. Yavrularımı bırakır gider, döndüğümde onları bulamazdım.
Acı acı miyavlayan yavrumun sesini duyuyorum.
Ben iyi bilmezdim bu adamı!

― Köpekler:
― Ben de iyi bilmezdim bu herifi!
Beni nerede görse taşlardı. Bir gölgede durmama izin vermezdi. Sessiz sedasız gitmeme rağmen bana canavar muamelesi yapardı.
Eniklerime tekme atardı.
Beni bahçesine alsa, boğazıma idamlık ip geçirir, günlerce aç bırakırdı.
Beni vahşi yapmak için açlıkla, susuzlukla terbiye ederdi bu terbiyesiz!

― Ağaçlar:
― Biz de onu iyi bilmezdik.
Dalımızı kırardı. Gövdemize bıçak saplardı. Bir torba tahta almamak için piknik yapmaya gelince yaş dalımızı keserdi. Dal dediğime bakmayın. Onlar benim kollarımdı, onlar benim ciğerimdi. Dalım azaldıkça zayıfladım, çürüdüm, yıkıldım ve devrildim.

― Bitkiler:
― Biz de iyi bilmezdik.
Bizi ezerdi. Bizi koparıp atardı. Bizi sevdiğine verip bizimle sevgisini ifade edip kırık bir canı mutlu etmesi gerekirken bizi hor görürdü.
Adımız ot diye, çimen diye, sap diye koparır atardı.
Halbuki bir böceğin eviydik, bir kuşun gölgesiydik, bir solucanın bahçesiydik.

― Toprak:
― Ben de helal etmiyorum.
Ben de onu iyi bilmiyorum. Verimli bir araziydim. Binlerce kişiyi doyuruyordum.
On binlerce böceğe, kuşa ev sahipliği yapıyordum. Sonra beni zehirledi. Beni kısırlaştırdı.
Sahte belgelerle beni iskana açtı.
Üstüme ağır taşlar koydu. Üstüme nefes alamayacağım beton evler inşa etti. Gerçi bazen dayanamayıp içimdeki suları bu eve sızdırdığım oldu, bazen altlarından kayıp gittim, onları korkuttuğum oldu.
Ama bir nefes alacağım toprak bırakmadılar.

― Evler:
― Benim de hakkım helal değil.
Ben ev diye sevinirken benim kumumu az koydu.
Çimentomdan çaldı.
Demirim gevşekti. Biçimsiz ve kaçaktım. Ben evlerin en kötüsü idim, en çürüğü idim.
Benim gibi onlarca bina inşa etmiş. Yıkılan evlerde canlar cananlardan ayrıldı. Onun yüzünden bu evde hayır yok dediler. Komşunun sesi komşuya gidiyordu.
Duvarlar gevşekti. Kimse bizden memnun değildi.
Defalarca alındık, satıldık.
Satılık sitelerinden, emlakçılardan hiç eksik kalmadık. Alan, hayrımızı görmedi. Bir tane uzun süreli sahibimiz olmadı. Her gelen bir yerimi kırıp tamir etti.
Canım yandı hocam, canım!

― Evet, dostlar bizi koro halinde tezkiye edecek cemaate değil de tabiata sorsalar ne derler acaba?

― Bu konuyla ilgili hadisleri hatırladınız mı?
Tüm tabiatın insan üzerinde hakkı vardır. Dinimiz tabiatın hesabını da soracaktır.
İnsanların iyi bilmesi yetmiyor.
Tabiat da bizden hesap soracak.