Sevgigül Kandoğmuş Şahin'in yazısı şöyle; "

Bizim nice güzide, saklı cennet gibi şehirlerimiz kasabalarımız vardır. Zamana karşı değişmemek, dönüşmemek için direnen bu küçüklü büyüklü kasabalar bir elin parmağı kadar olsalar da açık hava müzesi gibi Anadolu’nun belli bölgelerinde adeta oralara serpilmişlerdir. Yaşanılan mekânın büyülü zamanlarını bu günlerimize taşır gibi nişaneler halinde bu topraklara şahitlik ederler.


Bu şehirler; Amasya’dır, Tokat’tır, Safranbolu’dur, Göynük’tür, İznik’tir, Taraklı’dır, Mardin’dir, Maraş’tır ve dahi pek çok kasabamız ve şehrimiz vardır. Şehirleşmeye, betonlaşmaya karşı belli bölgeleri, belli mahalleleri, belki de tek bir ev veya konak olarak ayakta kalmaya çalışan bölgeler vardır.

Geçen hafta, saklı bir cennet gibi İstanbul’un kalabalık ve yoğun kalabalığından, trafiğinden, artık sahilleri boydan boya kaplayan, göğü dahi görünmez eyleyen gökdelenlerden sonra bir nefes derin bir nefes gibi Taraklı ’yı ziyaret etmek nasip oldu.

Ayağımız taşa toprağa, ağaca, kuşa, yağmura, kara değdiğinde asırlara meydan okurcasına asırlık konakları, mütevazı ahşap evleri, yıllara meydan okumuş camileri, hamamları ile küçük bir Anadolu kasabası sıcak bir yuva gibi bizi koynuna aldı. Bir ana sıcaklığında yaşadığımız salgın günlerinin, ölüm haberlerinin, hastalık zamanlarının yaralarını, yokluklarını sarar gibi adeta sadra şifa zamanlarını kısa bir zaman dilimi de olsa şifa durağında soluklanmak nasip oldu.

Hes kodlarımızla konuk olduğumuz Çakırlar Konağı’nda ailece konuk olduğumuzda, içinde bulunduğumuz konağın tüm eşyaları sanki asırlar öncesinden derin duyarlı hikâyeleri anlatır gibi adeta bizimle hemhal oldular. Konak bizimle adeta dertleşir gibi, yürüdüğümüz ahşap döşemeleri, oymalı yüksek tavanları, kireç boyalı duvarları, dantelli perdelerle örtülü ahşap pencereleri, sedirleri, ahşap gömme dolapları, nice soğuklarda karda ayazda koca konağı ısıtmış ocak başı, adeta bize anlamlı, duyarlı zamanların şahitliğinde nice hikâyeler anlatır gibiydiler. Anladık ki konak da bizim gibi nefes alıp veriyor, yaşıyordu sanki…

Salgın dolayısıyla her yer kapalı, ama gökyüzü, yeryüzü, ağaçlar, toprak her yer adeta bizim için dinlendiren bir mekâna, tenha bir acık hava müzesine dönüşmüştü. Elimizden geldiğince maskelerimizi de takarak, açık havada mesafeye de dikkat ederek küçücük kasabayı dolaşmak nasip oldu.

Sakarya’nın güzel insanı, Portre Yazarı Muhterem abimiz hocamız Fahri Tuna her daim bizi Taraklı ‘ya davet ederdi sağolsun. Yine onun gönül bağı kurduğu güzel insanlardan birisi emekli memur Alaattin Yılmaz hocamız bizlere adeta rehberlik yaparak şehri bize gezdirdi. Doğrusu kısıtlı zamanımıza ve karantina şartlarına rağmen çok güzel bir rehberlik yaptı diyebilirim. Bizim için şehrin gezilecek mekânlarının çoğunun kapalı olması, yemek yeme yerlerinin ve hediyelik eşya satılan mekânların da kapalı olması aslında kendi kendimizi ve şehri dinlememizi sağladı diyebilirim. Bizler adeta şehirle baş başa kalarak adeta dertleşerek, bu yalnızlığın ve tenhalığın tadını çıkardık diyebilirim.

Yine şehrin güzide insanlarından Fahri Tuna Hocamızın da değerli dostu Tacettin Özkaraman Beyefendi ile tanışmak kısa da olsa sohbet etme fırsatımız oldu. Hastası olmasına rağmen Anadolu irfanının o eşsiz nezaketi ve misafirperverliği ile bizleri konuk etmeye çalıştı ve eşsiz nükteli sohbeti ile Alaattin Yılmaz hocamızla birlikte Tacettin Başkanımız da karşılıklı yalazanın o eşsiz nüktesiyle, bizleri adeta mest ettiler. Tacettin Özkahraman üç dönem belediye başkanlığı yapmış Taraklı ‘ya. Taraklı’nın mimari dokusunun korunmasına, eskiyen yapıların restorasyonuna belediye olarak büyük katkılar sağlamış. Bu güzel kasabaya büyük emek harcamış, hizmet etmiş, Taraklı’nın güzel insanlarından…

Çok az kişiyle görüşmemize rağmen adeta nokta atışı yapar gibi. Taraklı’nın en güzide insanlarıyla tanışmak nasip oldu. Kızım Meryem Zehra alışverişe gittiğinde elinde bir kitapla geldi. “Anadolu’nun Güzel İnsanları Taraklı Manavları” adlı bir kitap vardı elinde.  Yazarı Ahi Naci İşsever. Kızımın alışveriş yaptığı aslında gazetecilik yapan çok yönlü değerli, renkli bir şahsiyet. Kızım, annem de yazar diye benden bahsedince bu kitabı hediye etmiş. Bir baktım iç sayfaya kitabın editörü Fahri Tuna hocam. İzzettin Kömürcü Yenigün Gazetesi’ne yazılar yazan, çok yönlü bir güzel insan.

Fahri Hocamın, Tacettin, Alaattin ve İzzettin diye bahsettiği üç değerli şahsiyetle tanışmış olduk böylelikle.

Bir gezi yazısını köşe yazısına sığdırmama imkân yok dostlar. Ama bozulmayan mimarisi, misafirperver insanıyla dağların arasında, saklı bir hazine şehir Taraklı.

Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin yoğun olduğu, dantel gibi bir mimari ile tarihe ve zamana direnmeyi seçen bir küçük kasaba gibi olsa da bağrında nice hazineler saklı. Yunus Paşa Camii bunlardan birisi. 1517 tarihinde, cami Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’ne giderken konakladığı bu beldede Yunus Paşa’ya yaptırdığı güzide kadim bir eser. Aynı zamanda bölgenin en eski kubbeli yapısı. Hemen yanında yine tarihi bir hamam bulunuyor. Hamamın sıcak suyu camiyi alttan ısıtıyor. En güzel olan da yeni yapılan binaların da şehrin dokusuna uygun yapılması. Böylesine güzel bir mimari işçilik sözkonusu asırlar öncesinden. Ahşap oymacılığı, şimşir tarak, şimşir kaşık yapıldığı için, Evliya Çelebi’nin bu sebeple Taraklı denmiş olduğundan bahsetse de olsa Orta Asya’dan göç edilmiştir bu bölgeye. 7 asırdır şehrin adeta sembollerinden birisi haline gelen tarihi çınar bizi büyüledi diyebilirim. Çınar’ı hem bahar günü gibi aydınlık masmavi gökyüzüne uzanmış dallarıyla seyretmek nasip oldu hem de karlı bir günde büyülü bembeyaz kar manzarası eşliğinde temaşa etmek nasip oldu. Bir armağan gibi hem baharı hem kışı yaşamış olduk iki günlük gezimizde. Yöresel tatları lezzetleri de var Taraklı’nın buğdaydan yapılan uğut tatlısı, sebzeli tarhanaları, erişteleri, ıslama köftesi bölgenin lezzetlerinden. Ayrıca bölgede TRT Yalaza Dizisi’ni çektiği için de gündeme geldiği zamanlar oldu.

Ziyaretimizle yakından ilgilenen kıymetli abimiz hocamız Fahri Tuna hem giderken hem de dönüşte bizimle görüşmek istemesine rağmen muhterem annelerinin rahatsızlığı dolayısıyla bizlerle görüşemedi. Biz dönüşte hocamızın evini ve eşi Gülseren ablamızı ziyaret ettik. Geldikten bir iki gün sonra da muhterem annelerinin vefat haberini aldık. Biz giderken hastaneye yatan güzel teyzemiz iki gün sonra Hakkın Rahmetine kavuşmuştu. Adeta evlatlarının büyük ilgileri ile iki gün yatak bir gün toprak diyen esiklerin o güzel duasına mazhar olmuştu. Her ölüm acıdır, her ölüm zordur, hele ki anne ölümü insanı darı dünyada tam öksüz ve sahipsiz bırakır. Çünkü analar başkadır. Ama insan zamanla anlar ki aslında anneler Rahmeti Rahman’a kavuşmuş dahi olsalar her daim bizimle yaşarlar.

Bu vesileyle kıymetli Fahri Hocamın muhterem annelerine rahmet diliyorum. Tüm sevdiklerine ve bilhassa hocama sabırlar diliyorum. Üç ayların mübarek zamanlarında bekaya göçen teyzemizin mekânı cennet olsun…