CHP Adapazarı İlçe Başkanlığı "25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" nedeniyle Çark caddesi başında basın açıklaması yaptı.

Yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"Dominik Cumhuriyeti’nde Trojillo Diktatörlüğü’ne karşı daha güzel ve özgür bir dünya için mücadele eden ve özgürlük mücadelesinin direniş sembolleri olan Mirabel Kardeşler, 25 Kasım 1960 yılında, eşlerini cezaevinde ziyaret etmelerinin ardından, diktatörün askerleri tarafından arabalarından zorla indirilip tecavüze uğramış ve işkenceyle katledilmişlerdir. 

Bu katliamın ve kadına yönelik şiddetin hesabını soran kadınların mücadelesi sonucunda, Birleşmiş Milletler 1999 yılında aldığı kararla, 25 Kasımı “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir. Bu bağlamda 25 Kasım kadınlar açısından ayrımcılığa, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ev ve aile içi şiddete, savaşa, kadın kırımına, kadın bedeni ve kimliğine yönelik saldırılara karşı direnişin sembolü olmuştur.

Kadına yönelik şiddet ile ilgili en önemli ve kapsamlı uluslararası belge “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi)’dir. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni ilk ve çekincesiz imzalayan ülkedir. İstanbul Sözleşmesi uluslararası hukukta, kadına yönelik şiddet konusunda yaptırım gücü olan ilk sözleşme olma özelliğini de taşımaktadır.

Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin sorunsuz hayata geçirilebilmesi ve uygunluğun sağlanması için iç hukukta 8 Mart 2012 tarihinde 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kabul edilmiştir. Türkiye bu kanun ile kadına yönelik şiddetle mücadelede “şiddete sıfır tolerans” prensibi ile hareket edeceğinin sözünü vermiştir. Ancak “Özellikle de bir dizi etmenin yetkililerin kadına karşı şiddeti önleme ve mücadele çabalarını baltaladığını saptamıştır. 

Söz konusu etmenlerden biri genel politikaların, kadın erkek eşitliği ve kadına karşı şiddet üzerindeki potansiyel etkileri açısından sistematik ve kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutulmamasıdır. İkinci etmen ise, kadının anne ve bakım sağlayıcı şeklindeki geleneksel rollerini vurgulama eğilimidir. Bu yaklaşım, kadın ve erkeğin aile ve toplumdaki rol ve sorumluluklarına ilişkin klişeleşmiş ayrımcı önyargıları beslemektedir.

Son dönemlerde kadına yönelik şiddeti önlemede kadın mücadelesinin kazanımları olan düzenlemelere karşı yapılan saldırılar kabul edilemez. Kadına yönelik ekonomik şiddetin bir başka yansıması olan nafaka tartışması ve buna yargının dahil olması, kadınları şiddet dolu evliliklere mahkum edip, esas amacın ne pahasına olursa olsun boşanmaların önüne geçerek ailenin bekasını korumak olduğunu göstermektedir. 

Türkiye’de 6284 Sayılı Kanun kadınlara yönelik şiddeti önlemede en önemli mekanizmalardan biridir. Bu kanun kadınları şiddet veya şiddet tehdidi karşısında koruyan ve kadınların hak arama yollarını kullanmasını sağlayan hukuki kazanımdır. Ancak Kamuoyuna yansıyan tartışmalar ile 6284 sayılı kanundan yararlanmak için delil veya belge aranması, tedbir sürelerinin kısalması talebi, kanuna karşı sanal mağduriyetler yaratılarak karalama kampanyası yürütülmesi kadına yönelik şiddetle mücadeleyi sekteye uğratmaktadır. 

Yine Adli ve idari mercilerin kanunun hükümlerine rağmen 6284 sayılı kanunda düzenlenen tedbirleri ve bu tedbirler için gereken süreleri uygulamada oldukça isteksiz davranması, kadının şiddetten korunması bakımından etkili politikaların uygulanmaması, 

kadına bakış açısının değişmesi bakımından toplumsal zihniyet dönüşümün sağlanması için gerekli çalışmaların yapılmaması nedeniyle; kadının şiddetten korunması amacıyla hükmedilen Koruma kararları, kadının şiddetten korunması bakımından etkili bir sonuç doğurmamakta, koruma kararlarına rağmen kadınlar erkeklerin şiddetine maruz kalmaya devam etmektedir. 

Türkiye’de günde en az 2 kadının erkeklerin fail olduğu cinayetler ile hayatını kaybettiği ortada iken, kadınların şiddetten korunmak için ilk başvuru yaptıkları merkezler olan Karakol veya Jandarma birimlerinde, şiddet uygulayan kişilerle (partner, eş, baba, abi gibi) barıştırılma girişimlerinde bulunulması kadına yönelik şiddetin artarak devam etmesine, şiddet gören kadının şiddet uygulayan kişi ile yaşamaya mahkum edilmesine, bazen de öldürülmesine neden olan vahim sonuçlara yol açmaktadır.

Türkiye’de kadına yönelik şiddet vakalarında her yıl artış yaşanmaktadır. Kadına yönelik cinsel saldırı suçlarında, faillerdeki cinsel arzu ve isteğin ortadan kaldırılması veya azaltılması kadına yönelik şiddetin engellenmesi ancak ve ancak kadın- erkek arasındaki eşitsizliğin ortadan kaldırılması ve buna yönelik politikaların üretilmesi ve hayata geçirilmesiyle mümkündür. 

Diğer taraftan Türkiye’de giderek derinleşen ekonomik kriz, İstihdam alanlarında da kadınların ayırımcılığa maruz kalmasına neden olmaktadır. Kadınların gebe kalabileceği ihtimali göz önünde bulundurularak işe alınmaması veya işten çıkarılması, işyerlerinde kadınların mobbinge maruz kalması, geçici veya sözleşmeli personel istihdamının artması, esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşmasıyla kadın iş güvencesinden yoksun bir hale getirilmeye çalışılmaktadır. 

Kadına yönelik şiddetin hız kesmeden devam ettiği Türkiye’de biz kadınlar, kadına yönelik şiddetin politik olduğunu vurguluyor, şiddetin ortadan kaldırıldığı bir dünya yaratabilme gücüne sahip olduğumuzu biliyoruz ve şiddet karşısında susmuyoruz. Bu nedenle kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için her alanda mücadele edeceğimizi bir kez daha kamuoyunun bilgisine sunuyoruz."