Kasadaki kızın sigara paketini vermesini beklerken gözü dergilere ilişti.  Edebiyatla pek işi olmazdı ama dergilerden birinin kocaman kapağında yazan mısralar dikkatini çekti. Eline aldı;

“Yaşamak güzel şey doğrusu

Üstelik hava da güzelse

Hele gücün kuvvetin yerindeyse

Elin ekmek tutmuşsa bir de.”

“Demek” dedi kendine kendine,

 “ iş bulunca tek sevinen ben değilmişim.”

Kasiyerin sesiyle kendine geldi. Son sigara parasıydı cebindeki. Bu işe giremeseydi sağdan soldan geçinecekti bir zaman daha.

Eli cebinde, pazartesi başlayacağı işin sevinci ile ıslık çala çala yürüyordu. Telefonu çaldı.

-Seren hanımla mı görüşüyorum?

-Buyurun benim.

-Ben Gunar Şirketi adına arıyorum. Yarın akşam şirketimizde çalışanlar için yeni yıl partisi düzenliyoruz. Aramıza yeni katılacak arkadaşlarımızı da bekliyoruz.

-Öyle mi? Kısa bir şaşkınlıktan sonra cevap verdi.

-Elbette geleceğim, teşekkür ederim.

Nasıl olsa parasızdı ve en güzel fikir evde televizyon karşısında pineklemekti. Bu davet sevindirmişti.. Bedava eğlenmeyeli uzun zaman olmuştu. Aslında parası varken de sosyalleşememişti bir süredir. Gelen yeni yıl ile şansı dönmüştü. Artık bir işi vardı ve işe yılbaşı partisine katılarak başlayacaktı. Birden durdu. Çiçekçi kız çarptı aniden durunca.

-Teyy teyy ablacım kırmızı ışık mı yandı da duruyonn!!

Çiçekçi kız söylenerek yoluna devam etti. Beyninde şimşek çaktı.

-Yılbaşı, yarın akşam, şirkette. Herkesle orada tanışacağım. İlk izlenim. Eyvah !

Paniklemişti. İki yıldır yeni elbise almamıştı. Elindeki sigaraya baktı. Son parasını sigaraya vermişti. Elbise, kuaför, taksi. Beyninden yapılacaklar ışık hızıyla geçiyordu. Keşke reddetseydi. Aile programımız var deseydi. Hemen atlayıp kabul etmek de neydi? Avans bile isteyemezdi. Önce yapılacaklar, alınacaklar listesi başını döndürdü. Sonra da bu parayı nereden, kimden alabilirim soruları tansiyonunu düşürdü. Sponsorluk yapmaktan bıkmış bir sürü arkadaşı vardı. Haklılardı da. Sabah dergide okuduğu şiir geldi aklına. Bu şehirde yaşamak güzel şeyse o da ancak paran varsa olurdu. Telefonu aldı eline. Anneler hep hisseder ya tam annesini arayacakken telefonu çaldı.

-Anne

-Canım bugün hiç aramadın, merak ettim.

-Pazartesi işe başlayacağım ya, dışardaki son işlerimi hallediyordum.

Aylaklık ediyordum. Son paramı da sigaraya verdim diyemedi.

-Ne çok sevindim bilsen. Dün geceden beri şükür namazı kılıyorum. Umudum yoktu. Seni geri çağıracaktım. Hiç olmazsa bana dükkânda yardım ederdin. Ama artık kendi işin var. Teyzen aradı akşam. Ona da söyledim çok sevindi. İşi oturtsun artık evlilik sırada dedi.

Annesi nefes almadan konuşuyordu. Araya girmek istedi. Yarın akşam için bana bin lira lazım diyecekti. Çok lazımdı. Madem evlenmesini istiyorlardı. Artık sosyalleşecekti. İyi giyinmeliydi.

-Anne

-Dur söyleyeceklerimi dinle. Unutuyorum sonra.

-Tamam da anne bir şey diyecektim.

-Biliyorum ben ne söyleyeceğini. Bize kızıyorsun ama yeter kızım bu kadar yalnız yaşadığın. Ben senin mürüvvetini göremeyecek miyim? Bak Sevda teyzenin kızı da evlendi. Hem senden üç yaş küçük. Sen kaldın. Ama neyse şimdi işe başla hele. Ayaklarının üzerinde dur önce. Evlensen bile kendi paranı kazanman lazım. Yoksa benim gibi sürünürsün.

Hem evlilik temennileri ediyor hem de inşallah evlenmez hemen diye dualar ediyordu içinden annesi. Kızının birini bulup evlenmesi demek, hayata karşı elindeki son kozu da yitirmekti sanki. Böyle düşünmekten suçluluk duyuyor, kızına sürekli evlen baskısı yapıyordu bir yandan da.

Dünya yaratıldığından beri midir kendi doğduğundan bu yana mı; sayamamıştı. Kaçıncıya aynı cümleleri dinliyordu. Nasılsın diye sormak için aramazdı annesi. Memlekette yaşıtı ne kadar kız varsa onlarla karşılaştırmak için arardı. Sonra kaç yaşına gelip çalışmak zorunda olduğuna gelirdi sıra. En son bu yaşta genç bir kadına âşık olup evi terk eden babasına söverek kapatırdı telefonu. Söylemek istediği her şey dudağı ile kalbi arasında sıkışır kalırdı. Her “ ama anne “ deyişte “beni dinlesen” serzenişi yatıyordu da bunu bile boğazına yutulamayan bir lokma gibi bırakıp telefonu kapatıyordu annesi. Yine aynı şeyi yaptı.

-Sakın işe başlayınca aylak aylak gezenlere yüz verme. Hele yakışıklıysa arkanı dönüp gideceksin. Bak bana, neler çekiyorum görüyorsun. O baban olacak alçak yakışıklıydı da ne oldu. Ah ah geçmişe döndürme beni şimdi. Elim ayağım titriyor bak. Aramıyorsun di mi o adamı? Sakın duymayayım. Sana babalık mı yaptı sanki. Hem anne hem baba oldum ben sana. Sakın âşık oldum diye gelme karşıma. Aşk da neymiş bu yaşta zaten. Kaç yaşına geldin. Adam akıllı biriyle evlendiğini bir görsem. Ne çok oyaladın beni kızım. Hadi sen de işlerini hallet. Ben daha dükkânı kapatıp Ayşe yengene gidicem. Çok hastaymış. Kör olası çocukları arayıp sormuyorlar kadını. Bakayım bir şeye ihtiyacı var mı? Haydi görüşürüz.

Daha görüşürüz diyemeden yüzüne kapandı telefon. Ayşe yengenin yemeğe, suya, ilaca ihtiyacı vardı belki ama “benim sana ihtiyacım var anne” diyemeden kapandı yine ahize yüzüne. Annesinin kurduğu yüz elli milyon cümleden sonra mı yoksa aç karnına üçüncü sigarayı yaktığı için mi bilemedi başı yine dönmeye başladı. Ayağı bankın kenarına çarpınca olanlar oldu. Banka oturdu. Gözünden akmaya başladı çocukluğu sicim sicim. Bu kaçıncı yılbaşıydı babasını göremediği. Kaçıncı yeni yıla ağlayarak girişiydi. Parası olmadığına mı ağlasaydı? Annesinin onu duymayışına mı? Özlediği her şeyin elinden kayıp gitmesine mi? Otuz beş yaşını geçeli üç yıl olmuştu. Sahi evlenmek için geç mi kalmıştı? Güzeldi. Çalışmayı seviyordu. Ama ne sevgilileri yanında kalıyordu ne de bir işte altı aydan fazla çalışabiliyordu.

Annesi haklı mıydı? Babasına mı çekmişti? Ayran gönüllü müydü sahi? Düşündükçe ağlıyor, ağladıkça düşünüyordu. Neyse ki kar yağmaya başlamıştı. Gözyaşlarını kimse fark etmiyordu. En iyisi eve dönmekti. Sıcak bir çay demlerdi. Sakinleştirici bir kitap okur, içi ısınırdı. Yine şirket ve yılbaşı partisi geldi aklına. Huzuru kaçtı.

Sıcacık ilk bardak sakinleştirmeye başladı. Televizyonu açtı. Kanalların her birinde yılbaşı ruhu geziyordu. Kapı çaldı. Bu saatte kim olabilirdi. Arkadaşları çat kapı gelmezdi. Sevmezdi habersiz gelinmesini. Habersiz yapılan hiçbir şeyi sevmezdi. Öleceği zaman meşhur melek de haberli gelsin isterdi. Kuzeniyle sık sık konuşurdu ölümü. Sonuçta en haber vermeden gelen davetsiz misafir ölümdü. Üzerine kafa yormak gerekirdi.

-Çok havalı bir ölüm olacak benimki derdi de kuzeni kızardı. O nasıl laftı öyle. Bu dünyada bir o yana bir bu yana rüzgârla balkondan kaçmış bir poşet gibi savrulmuş olabilirdi. Ama ölüm haberli gelecekti. Havalı olacaktı. Yaşarken bir daldan tutamadı ama ölürken sağlam öldü diyeceklerdi. Zil tekrar ve ısrarlı çalınca sıçradı yerinden. Kapı deliğinden baktı ama ağlamaktan şişmiş gözleri sabah ayazını almış araba ön camı gibi buzlu görüyordu.

-Kim o?

-Benim Ferruh.

Elindeki bardak türk filmlerindeki gibi yavaşça yere düştü. Gözleri görmüyordu da kulaklarda mı gitmişti. Tekrar sordu:

-Kim o?

-Ferruh ben, Seren kapıyı açar mısın?

Delirmemek içten değildi. Bu nasıl bir yeni yıla girişti. Dayak yiyen boksörler bu kadar sersemlememiştir. Önce iş buluyordu, sevinçten deliriyordu. Sonra parasızlıktan partiye gidemeyecek diye üzüntüden deliriyordu. Annesi zaten her an tetikte bekliyordu aklıyla oynamak için. Bu nasıl bir gündü? Sadece bir gün, bir gün daha bekleyememişti hayat geçmişi önüne sermek için. Ferruh. Ruhum diye kayıtlıydı telefonunda. Öyle de oldu. Ruhunun yarısını aldı gitti dünyanın öbür ucuna. Kendini bulacakmış. Ne saçma. Birbirlerini bulmuşlardı ya, kendini bulmak da neydi? “ öyle değil, anlamıyorsun” demişti havaalanında ayrılırken Ferruh. “kendimi bulmadan seni nasıl eksiksiz sevebilirim?” Felsefe yapmıştı.

Kesin çok iyi bir iş bulmuştu. Ama ayrılmak için kötü bir bahaneydi. Ferruh onu iş için terk etmişti. Daha çok para kazanmak için. Kendini bulmak kötü bir bahaneydi. Zil tekrar çaldı.

-Rica ediyorum Seren, kapıda bekliyorum.

Beklesindi. Seren ne çok mektup, telefon beklemişti. Şimdi biraz kapıda kalmış sitem ediyordu.

Kapıyı açtı. Çok değişmemişti. Sanki hiç gitmemişti. Sabaha kadar ayrıyken neler yaptıklarını konuşurken Seren annesine öfke duyuyordu. Zaten hiç gitmemişti Ferruh. Seren’in annesi karşısına alıp fena konuşmuştu. Karşısındaki gencin direncini görünce gözyaşlarına sığınmıştı. Kızını bıraksın istiyordu. Hayatta yapayalnızdı. Şimdi kızı evlenirse ne yapacaktı. Ona hem annelik hem babalık etmişti. Zaten babası da çekip gitmişti. Kızı İstanbul’da iş bulunca o da kızının yanına yerleşecekti. Kızı da aslında âşık değildi. Babasının eksikliğini tamamlıyordu onunla. Ferruh tamam ayrılacağız diyene kadar yakasını bırakmamıştı. Tam evlilik teklif edeceği sırada Seren’in annesi kafasını karıştırmış, onu korkutmuştu. Korkağın teki olarak yaşamıştı. Ama şimdi geri dönmüştü. Ne olacaksa olsundu. Felaketi Seren olsundu. Bütün gece kafası karmakarışık Seren’e diller dökmüş, annesi gibi sersemletmişti kızı.

Gece Ferruh koltukta uyurken hayatındaki insanları düşündü. Bir tanesi bile ne istediğini sormamışlardı. Babası giderken “âşık oldum” demişti. Annesi onu büyütürken “ asla âşık olmayacaksın” diye büyüttü. Uğruna gözyaşları döktüğü adam “ seni bırakıyorum” demişti. Şimdi de gelmiş “ seni geri istiyorum” demişti.

Seren ne istiyordu kendi de bilmiyordu artık. Birden ama öyle birden karar verdi ki ne yapacağına o an kış bitti, karlar eridi. Ölmüştü de ışıklı kapıdan geçmiş yemyeşil cennet ovalarına kavuşmuş gibi bahar açtı içinde. Ne çok direnmişti. Aylaklığı da, hayatı hem gece hem gündüz, hem bahar hem kış gibi ikilemde yaşayışı da bu direnmektendi o an anladı. Herkes ona bir yol çizip, yakasından tutup o yolda yürümeye zorlamıştı. Ama artık kimse sevmeye, sevmemeye, çalışmaya, evlenmeye ,hangi müziği dinleyeceğine, yemeğine, kaşına gözüne karışamayacaktı. Ölmek için mükemmel bir andı. Araf diye bir roman okumuştu.

Bayılmıştı oradaki intihar sahnesine. Çok havalı bir ölümdü. Ferruh gelmiş, yılbaşı ruhunu tamamlamış, üzerine tuz biber ekmişti.

Sabah kimse ulaşamadı. Önce şirketten mesaj geldi cep telefonuna. Partinin saatini ve kıyafet renklerinin konseptini bildiriyorlardı. Okuyan olmadı. Ferruh uyandığında Seren’in kendisine kahvaltı hazırladığını düşledi. Artık çok mutlu olacaklardı. Dakikalarca evi, sonra sokakları dolaşt,ı Seren’i bulamadı. Akşamüstü annesi aradı defalarca. Ferruh telefonu açmaya cesaret edemedi. Uzun uzun sitem mesajları geldi annesinden. Talimatlar yağdırıyordu. En son babasından mesaj geldi “ canım kızım yeni yılın kutlu olsun. Seni seviyorum”. Yoktu artık

Seren. Darmadağın olmayacaktı.

-Kuzen seni hangi rüzgâr attı buraya hem de en sevdiğin yılbaşında. Partiye gitmeyecek miydin sen?

-Sen değil miydin yılbaşını Allah’a dua ederek geçirelim gel bir de bunu dene diyen. Kapılar açık değil miydi?

-Allah kalplerin ilacıdır. Yine bulutlanmış gözlerin. Gel buraya sarılayım sana.

-Sahiden Allah kırık kalplerde midir?

-Şüphen olmasın.

-Neredeyse çok havalı bir ölümüm olacaktı.

-………..

-Senin Allah’ı anlatırken gözlerindeki ışık belirdi karşımda.

-Sonra?

-Ya dedim bu ışık o son ışık, ya da kapılar açılıyor. Buradayım işte. Tüm irademle kendi yolumu seçiyorum. Bana nasıl inanılır anlat. Azrail gerçekten güzel bir melek mi? Ne kadar teslim olursam o kadar özgür olacağımı söylemiştin. Bana teslim olmayı anlat. Yoksa delireceğim.