Başkan Dursun, İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasıyla ilgili yayımladığı mesajında şu ifadelere yer verdi;

"19.3.2021 gece yarısı Türkiye Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile; 11 Mayıs 2011 günü İstanbul’ da imzaya açılan ve Türkiye’ nin de ilk imzacılarından olduğu, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi yani İstanbul Sözleşmesi’ nden çekildi.

2009 yılında, defalarca şiddet uygulayan kocasını devlet makamlarına 36 kez şikayet etmesine rağmen, kendisini tehdit eden kocasına karşı devlet tarafından korunamadığı gerekçesi ile, Nahide OPUZ tarafından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ nde dava açılır ve ilk defa bir devlet (Türkiye) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Önünde kadın vatandaşına ayrımcılıktan mahkum edilmiştir. İçtihat kayıtlarımıza Nahide Opuz Davası olarak geçen bu dava İstanbul Sözleşmesinin temeli olmuştur.

11 Mayıs 2011 günü imzalanmasını müteakip meclis onayına sunulan sözleşme 246 kabul ve 0 red oyuyla mecliste onaylanır ve böylece Türkiye 4 Mart 2012’ de sözleşmeyi ilk onaylayan ülke olur.

Gerçekten Türkiye İstanbul Sözleşmesinden sonra şiddetin önlenmesi konusunda yasal düzenlemeler açısından iç hukukumuzda da ciddi bir yol kat etmiştir. Ancak yasaların uygulanmasından kaynaklanan eksiklikler sebebi ile ne yazık ki, kadın cinayetleri, şiddet ve ayrımcılık son bulmuyor. Daha etkin yaptırımların gerektiği hiç kuşkusuz iken, 2011 yılından bu yana ne değişti de Türkiye İstanbul Sözleşmesinden geri çekildi?

Sözleşmenin asıl amacı; şiddet mağdurlarının korunması, suçluların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet yanı sıra aileye yönelik şiddetin önlenmesi alanında bütüncül, eşgüdümlü, işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir. Kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ayrımcılık türü olarak tanımlayan bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir. Sözleşmenin sadece kadını koruduğu düşüncesi de yanlıştır. Sözleşme; kadın, erkek, çocuk, yaşlı tüm bireylere yönelik şiddeti, insan ticaretini, çocukların cinsel suiistimal ve cinsel istismarını, toplumsal cinsiyet standartları ve mekanizmalarına ilişkin hakları, kadın ve erkeklerin çatışmayı önleme ve sona erdirmelerinde barışı oluşturmada devletin rolünü, bireylerin medeni ve siyasi haklarına ilişkin birçok rolünü, bireylerin ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını, engellilerin haklarını, sivil şahısların harp zamanında korunmasını düzenleyen çeşitli uluslararası sözleşmelere de atıflarda bulunarak koruma altına almıştır.

Sözleşme ile devletler; kadınların ve genç kızların aile içi şiddet, cinsel taciz, ırza geçme, zorla evlendirme, sözde "namus" adına işlenen suçlara ve kadınların ve genç kızların insan haklarının ciddi bir biçimde ihlalini oluşturan ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğin sağlanmasının önünde büyük bir engel olan kadın sünneti gibi ciddi şiddet türlerine sıklıkla maruz kaldığının çok büyük bir kaygıyla bilincinde olarak; Silahlı çatışmalarda sivil halkı ve özellikle de kadınları yaygın veya sistematik ırza geçme ve cinsel şiddet şeklinde etkileyen, devam edegelen insan hakları ihlallerinin mevcudiyetinin ve gerek çatışmalar esnasında gerekse çatışmalardan sonra toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin artma potansiyelinin bilincinde olarak; Kadınların ve genç kızların erkeklerden daha fazla oranda toplumsal cinsiyete dayalı şiddet riskine maruz kaldıklarının ve erkeklerin de aile içi şiddetin mağdurları olabileceğinin bilincinde olarak; Çocukların, aile içi şiddetin tanığı olmak da dahil olmak üzere, aile içi şiddetin mağduru olduklarının bilincinde olarak; Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmayı hedef edinmiştir.

Psikolojik, ekonomik, cinsel yahut fiziksel sistematik şiddetin yaşandığı hiçbir ev zaten bir aile değildir. Şiddete maruz kalan o hanenin istismar edilenidir. Bir bireye uygulanan şiddet, aynı zamanda şiddete tanık olana da uygulanmaktadır. Zira şiddet, halka halka yayılır. Hiç kuşkusuz şiddette maruz kalan bireyler, şiddetten korunamadığı sürece, topluma huzur dağıtamayacaktır. Dolayısı ile şiddetin önlenmesi; önce bireyi, akabinde aileyi ve nihayetinde toplumu, toplumsal saadeti korumaktır. İstanbul Sözleşmesi, bu amaca hizmet etmek için oluşturulmuş bir sözleşmedir.

İstanbul Sözleşmesinin, iç hukuka getirdiği yararı kalıcı ve daha etkin hale getirmeye yönelik alternatif bir yasal düzenleme oluşturmadan, böyle bir sözleşmeden çekilmek bize bir fayda sağlamayacaktır.

Artık sadece, İstanbul sözleşmesi yaşatır demiyoruz; insanı yaşatır, engelliyi yaşatır, toplumun hangi kesiminde olursa olsun kadın ve erkeği yaşatır diyoruz."