Bir gün bir şiir okur, duygulanırsın… Dize sonlarındaki ses benzerliğini, dizindeki yaranın sızısına benzetirsin. Yine de okumaktan vazgeçmezsin çünkü acısıyla, sızısıyla o çocukluk senindir.

Bir gün bir paragrafın orta yerinde kendini bulursun. Virgüllerle birbirinden ayırmışsındır günlerini. Noktaya cesaret edemeyip soru işaretlerine bile razı olursun bazen. Yine de kalemi başkasına vermek istemezsin çünkü azıyla, fazlasıyla o hikâye senindir.

Hatta bir gün okuduğun yazının türüne bile karar veremezsin. Tür mü belirsizdir yoksa zihin bulanıklığı mı bilinmez. Bunu çözmek istemezsin kendini ele vermemek için belki. Kendinden bir şeylere rastladıkça hevesin artar. Biteceğini bile bile devam edersin çünkü öncesiyle, sonrasıyla bu yaz(g)ı senindir.

Yorulduğumuzda biraz dinlenip yeniden başlamak için çekildiğimiz köşeler vardır ya, burası da onlardan biri olsun isterim.

Burası “keyifli yazılar” köşesi… Pencere önünde bir fincan çay ve yağmur gibi… Yahut yağmurda ıslanırken bir önceki cümlenin hayali gibi…

Biraz çarşamba, biraz pazar; azar azar…