Sevgili okurlarım; Lozan Antlaşması’nda, Yunanistan ile Türkiye arasında nüfus mübadelesi yani değişimi yapılması konusunda anlaşmaya varılmış.

Türkiye’de kalan Rumlarla Yunanistan’da kalan Türkler arasında değişim yapılmış ve Yunanistan’dan gelen Türklere “Muhacir” denmiş.

Yunanistan ve Bulgaristan’da kalan Müslüman Türkler, büyük eziyetlerle karşılaşmışlar. Toprakları ellerinden alınmış, aşağılanmış ve sürekli olarak ölümle tehdit edilmiş.

Orada kurulan komiteler (çeteler), geceleri Türklerin evlerine silahlı baskın düzenlemiş, erkek, kadın, çocuk demeden işkence yaparak öldürmüşler.

Çaresiz kalan Müslüman Türkler, bu anlaşma ile Anadolu’ya geçmeye çalışmışlar. Çoğu, vapurlarla İstanbul’a gelmiş ve çok meşakkatli bir yolculuktan sonra Anadolu’nun değişik bölgelerine yerleşmişler.

Bursa, İzmir, Sakarya, Tekirdağ, Silivri, Samsun, Trabzon, Antalya, Mersin başta olmak üzere Anadolu’nun birçok yerine devlet tarafından yerleştirilmiş.

Atatürk de göçmenlerle özellikle ilgilenmiş ve göç eden Rumlardan ve Ermenilerden kalan yerlere muhacirlerin yerleştirilmesini istemiş.

Atatürk’ün talimatı doğrultusunda muhacirlere, gittikleri yerlerde toprak, hayvan ve para yardımı yapılmış. Fakat, yolculuklar çok ağır şartlar altında gerçekleşmiş.

Özellikle de ağır kış şartları yüzünden birçok muhacir, yollarda açlıktan ve hastalıktan ölmüş. İstanbul sokaklarında soğuktan donan ve açlıktan ölen birçok insan olmuş.

Kısacası, baştan sona çok zor bir yolculukla yeni topraklarına ulaşmışlar.

Bazılarının çok büyük toprakları varmış. Çok zenginmiş. O yüzden çocukluğu çok rahat geçmiş. Topraklarını dolaşmak için atla yola çıkarmış ve ancak iki gün sonra eve dönebilirmiş.

Gerisini siz düşünün, artık ne kadar büyük arazi sahibi olduğunu…

Buğday hasadı yaptıklarında, hasılatı dev ambarlara koymak için birkaç hafta uğraşırlarmış.

Bir Aile bir köyde çok güzel bir konakta yaşarlarken savaş çıkmış ve Yunanlılar gelip buralara yerleşmiş. Bizimkileri önce konağın alt katına yerleştirmişler. Arazilerini ellerinden alıp başlarına bir Rum’u getirmişler.

Bu Rum ve ailesine hizmet etmeye mecbur edilmişler. Hem aşağılanmışlar hem de her gün ölümle tehdit edilmişler.

Bu mübadeleyi duyunca bizimkiler ellerinde ne var ne yoksa satmışlar ve başlarındaki Rum’dan habersizce oradan ayrılmışlar. İstanbul’a muhacir götüren bir vapura zorla binip canlarını kurtarabilmişler.

Devlet onlara ev ve bereketli toprak vermiş. Çiftçi olanlar buraya yerleştirilmiş.

Bu sefer de yanına yerleştikleri akrabaları bunlara çok kötü davranmaya başlamış.

Bazıları yük olmayalım diye fakir olan bu insanlara, Selanik’teki sattıkları malları karşılığında aldıkları altınlardan biraz vermişler.

Aldığı altınları içlik yaptırıp bellerinde, vücutlarında gizlenip getirmişler. Yoksa zaten yollarda açlıktan ölürlermiş.

Bu birkaç altını gören ev sahibi akrabaları bu altınları bir gece çalmışlar ve bunları bırakıp İstanbul’a kaçmışlar. Akrabalarına hâlâ ah edenler var.

Altınlarını çaldıranlar beş parasız kalmışlar ama kimseye de bir şey diyememişler.

Devletin verdiği ile başlarını sokacak bir ev yapmaya çalışıp kendi evlerini harçla borçla bitirip yerleşmişler.

İşte böyle, Selanik göçmeleri Anadolu’nun dört bir yanına yerleşmiş ve yüzyıllar sonra öz vatanlarına dönmüşler…