Sevgili okurlarım; Bir eşyamız bozuldu diye

Onu atmak günahtır.

Bozuk eşyayı tamir ettirmek gerekir,

Tamircilerimizin değerini bilelim.

Üç-beş ay önce bir hadise yaşadım.

Otomatik kapımızın elektronik kartının bilgi

yolu yanmış. “Bunu kim tamir eder?” dedim,

“Yapsa yapsa Turgut Usta yapar” dediler.

Aldım gittim, buldum Turgut Usta’yı.

Küçük bir kablo parçası koyup lehimledi

ve elime tutuşturdu. “Borcumuz?” dedim,

“Ne verirsen ver” dedi, arkasından

“Vermesen de olur” diye ekledi.

Söylemesi ayıp, takdir ettiğim banknotu

usulca bıraktım, bir miktar da, ona yardım

eden çırağa bıraktım;

“Bu da sana,

tamirciliği tercih ettiğin için” diyerek.

Görülmeye değer manzara ondan sonra yaşandı. Usta ayağa kalktı, sesi titriyordu;

“Siz nereden geldiniz beyim?” dedi.

Dedi ama gözleri, dokunsanız dökecek

kadar doluydu. O duygu dolu anlarda

kurduğu cümlelerden birini hatırlıyorum:

Tamircinin değerini bu millet

Tamircinin kökü kuruyunca anlayacak”.

Tamir sevaptır, ibadettir” diye mukabele ettim ve nedenini izah etmeye çalıştım.

Bu bir tasavvur meselesidir.

Modernler, “bozulanı at, yenisine al”

veya “kullan at” tasavvurlarını inşa eden öznenin, ceplerine koyduğunu harcıyorlar.

Bunun sadece eşyaya değil, aynı zamanda Allah’a, insana ve çevreye de saygısızlık olduğunu unutuyorlar.

Zira bu iş bir

boyutuyla emeğe saygısızlıktır.

Emeğe saygısızlık,

fakire göre Allah’a saygısızlıktır.

Kapitalizmin üretim ve tüketim çarkı da “bozulanı at, yenisini al” döngüsü üzerine kurulmuştur.

Dünyanın kaymağını yiyen şımarık ve küstah azınlığın “kullan at” standardını sürdürmeleri, dünyanın geri kalanına kaça mal olmaktadır.

hiç düşündünüz mü?

Şu dökülen kanlarda, yıkılan

ocaklarda, bir hiç uğruna açılan

savaşlarda, bu azınlığın hayat standardını koruma endişesi başat rol oynuyor.

Modanın varlığı da

bu döngüden besleniyor.

İnsana yaratılıştan verilmiş olan merak

güdüsü, çirkin bir istismara alet ediliyor.

Değişiklik ve farklılık arzusu fıtridir.

Bu fıtri arzu istismar edilerek,

insan maymuna dönüştürülüyor.

Bu durumun doğal

sonucu olarak, tek tipleşme geliyor.

Kendisi dışındaki her farklılığı elinde bulundurduğu siyasal, ekonomik, teknolojik

ve bilişim-iletişim araçlarıyla yok eden kültürel hegemonya.!

Yaptığı bu gelenek ve kültür yok ediciliğini, sözüm ona “bireylerin özgür seçimleri” imiş gibi takdim ediyor.

“Kullan atçılık, insan-eşya ilişkisinin

dayandığı ahlaki zemini de yok ediyor.

İnsanın eşya ile ünsiyet kurmasını önlüyor. Kendisi ile ünsiyet kurulan bir eşya, artık sıradan bir eşya değil, görünce hatıralarınızı canlandıran bir ayettir.

Onu kullanırken,

gayr-ı ihtiyari “saygılı”

olmanız gerektiğini telkin eder size.

Sizin için değerli olmayan bazı şeylerin başkaları için değerli olabileceği ahlaki hassasiyetini, bu sayede elde edersiniz.

Bu hassasiyet size

“eşya kullanma ahlakını” kazandırır.

Tamir, rahmettir.

Sadece eşya için değil,

her nimet için geçerlidir.

Bozulan ikili

ilişkilerimizi tamir etmez miyiz?

Etmezsek, yüreğimiz

Karaca Ahmet mezarlığına dönmez mi?

“Kullan atçı modernlerin insan

ilişkileri de, “kullan at” sistemine aynı

mantıkla eklemlenmedi mi?

İlk bozulduğu yerde ilişkiyi bitirip, bozmak üzere yenisini arayan tipler, hangi hastalıklı ortamda ürüyorlar dersiniz?

Tedavi de nihayet bir tamir değil midir?

Bedeninizde, arıza yapan

her parçadan ilk bozulduğu

yer de vazgeçseniz, manzaranın

ne olacağını hiç merak ettiniz mi?

Aynı şey aklımız,

hafızamız, musavviremiz için de geçerli.

Aklımız bozuluyor, imanımızla tamir ediyoruz.

Hafızamız bozuluyor, kaynağımıza

yeniden başvurarak tamir ediyoruz.

Tasavvurumuz

bozuluyor, vahiy ile tamir ediyoruz.

Aynı şey, bilgimiz,

ilgimiz, tecrübelerimiz ve

hatta imanımız için de geçerli.

Sözün özü:

Bir eşyamız bozuldu diye

Onu atmak günahtır.

Bozuk eşyayı tamir ettirmek sevaptır.

Tamircilerimizin değerini bilelim....