Bir çocuğun anne-babasını sofrada birbirine saygıyla konuşurken görmesi, hayatı boyunca unutamayacağı bir derstir. Neden mi? Çünkü; eğitim, önce evde başlar.
Toplum içerisinde en çok konuşulan konulardan biridir: “Çocuğun ilk öğretmenleri ailesidir.” Gerçekten öyle mi? Okula başlamadan önce çocuk birçok değeri evde öğreniyor mu? Paylaşmayı, saygıyı, sevgiyi, hatta sabretmeyi… Daha okul sıralarına oturmadan bu özelliklerin çocuklarda görüldüğünü ya da görülmediğini hepimiz biliyoruz. İşte tam da bu nedenle aileden alınan eğitim, okul başarısını doğrudan etkilemektedir.
Tarihten bugüne değişmeyen bir gerçek varsa o da eğitimin aileden gelen önemidir. Antik Yunan’da eğitim sadece bilgi değil, aynı zamanda ahlak ve erdem üzerineydi. Sokrates’in sözü boşuna değil: “Eğitim, ruhu çekiçle dövmek değil, içindeki cevheri ortaya çıkarmaktır.” Bu anlayış, ailede verilen ilk terbiyenin değerini bugün bile hatırlatıyor. Orta Çağ’da da ailenin, dini kurumlarla birlikte çocuğun eğitiminde başrolde olduğunu görüyoruz. Çocuk önce aileden ahlâkı, sonra okuldan bilgiyi öğreniyordu. Osmanlı’da mahalle mekteplerinde yazı öğretilirdi ama değerlerin temeli yine evde atılmaz mıydı? Cumhuriyetle birlikte “Herkes için eğitim” anlayışı başladı. Eğitimle ailenin birbirini tamamladığını kabul etmemek mümkün değil.
Günümüzde ise eğitimin aileden uzaklaşmaya başladığını görüyoruz. Artık eğitim sadece okulda değil, dijital dünyada da sürüyor. İnternet, telefon, yapay zekâ… Bilgiye ulaşmak kolaylaştı ama beraberinde riskler de geldi. İnternet bağımlılığı çocukları sosyal hayattan koparabiliyor. İşte tam da burada aile, dengeyi sağlayan en önemli unsur olmak zorunda.
Eğitimin bu kadar değişmesinin bir diğer sebebi de sınav odaklı hale gelmesi tabi ki. Sınav baskısı… Ailelerin ve çevrenin “başarılı ol” isteği(!) Bu durum çocuğun kaygısını artırıyor, farklı çıkış yolları aramasına sebep oluyor. Üstelik ebeveynlerin yetiştiği dönemle bugünün dijital çağı arasındaki uçurum, iletişimde kopuklukları da beraberinde getiriyor. Kısacası, karşımıza çıkan şey o bildik kavram: kuşak farkı.
Bugün çocuklarımız bilgiye her yerden ulaşabiliyor. Birkaç tıkla dünyadaki bütün ansiklopediler önlerine seriliyor. Peki ya değerler? Paylaşmayı, sabretmeyi, empati kurmayı hangi web sitesinden öğrenebilirler? İşte tam bu noktada aile devreye girmeli. Çünkü değerler sadece -öğretilmez-, yaşanarak aktarılır. Çocuğun anne-babasını sofrada birbirine saygılı konuşurken görmesi, komşusuna yardım ettiğine şahit olması; kitaptan okuyacağı yüzlerce öğütten daha etkili değil midir?
UNESCO’nun raporunda geçen şu cümle aslında her şeyi özetlemekte: “Toplumsal değerlerin ilk aktarıldığı yer ailedir.” Çocuk okulda matematik öğrenir, fen öğrenir ama hayatı anlamlandıracak rehberliği önce evde bulur. Bugün gençler arasındaki empati eksikliği, hoşgörü zayıflığı ve sabırsızlığın nedeni sadece teknoloji değil; aynı zamanda değerlerin günlük yaşamda yeterince aktarılmamasıdır.
Sonuç olarak, bilgi insanı bilgili yapar ama değerler bireyi bilge yapar. Bilgeliğin bilgiyle birleştiği noktada toplum ilerler. Tarih boyunca değişmeyen tek gerçek şudur: “Eğitim ailede başlar, okulda devam eder.” Bir kuşun iki kanadı gibi… Tek kanatlı kuş uçamaz.
Peki siz, çocuğunuza bugün hangi değeri yaşatarak öğrettiniz?