Öznelerin dünyasında bizler, diğerlerinin bakışında nesnellik kazanırken, kendi öznelliğimizi de hem o diğerlerinin bakışları üzerinden, hem de kendi içsel mekanizmalarımızla şekillendiren varlıklarız. Kendi gerçek varlığımızı kavrayabilmek için, başkaları üzerinde bıraktığımız intiba önemli olduğu kadar, bizim bu izlenim hakkında içsel değerlendirmelerimiz de aynı ölçüde değerlidir. Nasıl ki bir genel kanıya göre kimsenin beni yargılamaya hakkı yok diyebiliyorsak, bazı noktalarda neleri göremediğimizin tespiti bakımından bu yargılara da ihtiyaç gereklidir. Yargıyı bir saldırı olarak değil de bir eleştiri unsuru olarak görebilmek için, bireyin kendini keşfi yani tanıması çok ama çok gereklidir.

İnsanlar kendilerini kandırmaya, daha doğrusu gerçeklerle yüz yüze gelmekten duyulan kaygıyı azaltmak için, kendilerini duyarsızlaştırmaya daha fazla eğilimlidirler. Hal böyle olunca, kendini tanımaya yönelik yolu kendi çabalarıyla karartmaya, bazı şeyleri de görmezden gelmeye müsait ve bazı şeyleri de hiç kabul etmeyerek, aslında deyim yerindeyse aynı zamanda kendilerinden kaçmaya neden olan bir dizi zihinsel eylemin tuzağına düşmektedirler. Dolayısıyla başkalarını kınarken, aslında kınadıkları ve rahatsız oldukları tutumların, kendilerinde muhtemelen mevcut olduğu gerçeğini dışlamaya ve bu bağlamda inkar yoluna son derece açık bir tutum içine girmektedirler. Dikkat ettiyseniz karşılıklı iki düşünce sisteminden bahsediyorum, karşıdan gelen yargısal eleştiriyi analiz etmek ve bunun kendimizde ne derece doğru olup olmadığının analizini yapabilmek! İşte bu noktada sükûnet içinde kendi özeleştirinizi yapabilmeniz için, esnek olmanız gerektiği kadar her şeyi kabul etmeyecek kadar da sertlik gereklidir.

Hepimizin iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, fena ya da tatlı birçok parçalarımız var. Salt iyi yönlerimiz olmadığı gibi salt kötü yönlerimizde yoktur, bunlar bizim tercihlerimiz kapsamında gelişen tutumlar ile anlaşılabilir. Bunları görebilmek ve anlayabilmek için objektif bir imgelem şarttır. Kendimizde sevmediğimiz, hoşumuza gitmeyen taraflarımızı değiştirebilmek yine bizim elimizde olan, bizim kendi özümüze olan gerçekçi bir bakış ile dönüşebilir. Bir tutumu değiştirebilmek için, önce onu iyi bilmek gerekir, bildiğimiz şeyi değiştirip dönüştürebiliriz. Bilmekte görüp idrak edebilmekten geçer. Başkalarını dikkate aldığımız kadar kendimizi de dikkate almalıyız. Kendimizi tanımalı, özen göstermeli, şefkatle gerçekleri kabul etmeyi bilmeliyiz. Varlığımız dünya üzerinde ayrı ayrı değerlidir. Bu öz bilinç çok kıymetlidir.

Kendi olgusal varlığını kavramak bireysel bir devrimdir…

Sevgiyle Kalın…