Türkiye, stratejik konumu ve tarihi mirasıyla Ortadoğu, Kafkaslar ve Avrupa’yı birleştiren bir köprü olarak bölgesinde her zaman önemli bir aktör olmuştur. Ancak, 43 yılı aşkın süredir devam eden terörle mücadele, ülkenin ekonomik, sosyal ve insan kaynaklarını derinden etkilemiştir. Eğer bu süreçte terörle mücadele için harcanan devasa kaynaklar başka alanlara yönlendirilebilseydi, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal kalkınması hangi seviyede olurdu? Bu soru, hem geçmişin muhasebesini yapmak hem de geleceğe dair daha güçlü adımlar atmak için kritik bir öneme sahiptir.
Türkiye’nin 1980’lerden bu yana terörle mücadele için harcadığı kaynaklar, farklı kaynaklara göre değişmekle birlikte, yüz milyarlarca doları bulmaktadır. Örneğin, 2013 yılında Türk Hava Kurumu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ünsal Ban, son 30 yılda (1984-2013) terörle mücadele için yaklaşık 350 milyar dolar harcandığını belirtmiştir. 2017 yılında ise dönemin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan, bu rakamın en az 500 milyar dolar olduğunu ifade etmiştir. Daha yakın tarihli bazı kaynaklar, 41 yıllık mücadele süresince toplam maliyetin 2 trilyon dolara ulaştığını öne sürmektedir. Bu rakamlar, doğrudan maliyetler (askeri harcamalar, güvenlik operasyonları) ve dolaylı maliyetler (ekonomik kayıplar, göç, altyapı hasarları) hesaba katılarak tahmin edilmektedir. Örneğin, bu kaynaklarla 20 bin şehir hastanesi, 100 nükleer santral veya 196 İstanbul Havalimanı gibi devasa yatırımlar yapılabilirdi.
Bu devasa harcamalar, Türkiye’nin kalkınma potansiyelini sınırlamış ve eğitim, sağlık, teknoloji, altyapı gibi alanlara yapılacak yatırımları gölgelemiştir. Dünya Bankası’nın 2024 verilerine göre, Türkiye’nin gayrisafi yurtiçi hasılası (GSYİH) yaklaşık 1,1 trilyon dolar seviyesindedir. Eğer terörle mücadele maliyetleri olmasaydı, bu rakamın %20-30 daha yüksek olabileceği uzmanlar tarafından sıkça dile getirilmektedir. Örneğin, bu kaynaklarla yüksek teknoloji sanayi bölgeleri kurulabilir, eğitim sistemine yapılan yatırımlarla nitelikli insan gücü yetiştirilebilir veya enerji ve ulaşım altyapısı modernize edilerek Türkiye’nin küresel rekabet gücü artırılabilirdi.
Türkiye, vatan toprağını koruma mücadelesinde büyük bedeller ödemiştir. 47 yılı aşkın süredir devam eden bu mücadele, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal ve duygusal maliyetler doğurmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri ve vatan nöbetçileri, Avrupa’nın bazı ülkelerinin gizli veya açık politikalarına rağmen, büyük bir kararlılıkla vatanı savunmuş, canlarını ortaya koyarak milletimizin güvenliğini sağlamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin resmi kayıtlarına göre, 1984-2010 yılları arasında 50.169 PKK militanı etkisiz hale getirilmiş, 6.877 kamu görevlisi ve 5.454 sivil hayatını kaybetmiştir. Bu kayıplar, Türk milletinin birlik ve beraberlik ruhunun sınandığı en zor dönemlerde dahi dimdik ayakta durduğunu göstermektedir.
2023’te başlayan “Türkiye Yüzyılı” vizyonu, ülkenin ikinci yüzyılında terörle mücadele için ayrılan kaynakları azaltarak, bu kaynakları savunma sanayii, askeri teknoloji ve bölgesel liderlik hedeflerine yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Türkiye, son yıllarda savunma sanayiinde kaydettiği ilerlemelerle dikkat çekmektedir. Yerli üretim insansız hava araçları (İHA’lar), zırhlı araçlar ve füze sistemleri, sadece ulusal güvenliği güçlendirmekle kalmamış, aynı zamanda ihracatta da önemli bir yer edinmiştir. Örneğin, Baykar’ın ürettiği Bayraktar TB2 ve TUSAŞ’ın geliştirdiği ANKA gibi İHA’lar dünya çapında talep görmektedir. Savunma Sanayii Başkanlığı’nın 2024 raporlarına göre, Türkiye’nin savunma sanayii ihracatı 5 milyar doları aşmıştır. Bu, Türkiye’nin bölgesel askeri teknolojideki gücünü ve ekonomik potansiyelini açıkça ortaya koymaktadır.
Gelecekte, Türkiye’nin bu kararlı duruşu ve yatırımları, bölgesel gücünü katbekat artıracaktır. Terörle mücadelede kazanılan tecrübeler, artık daha proaktif bir yaklaşımla birleştirilerek, Türkiye’yi sadece bölgesel değil, küresel bir aktör haline getirebilir. Eğitim, teknoloji ve altyapıya yapılacak yatırımlarla desteklenen bir savunma sanayii, Türkiye’nin hem ekonomik hem de askeri alanda lider bir konuma ulaşmasını sağlayacaktır. Türk milleti, geçmişteki fedakârlıklarının karşılığını, daha güçlü, daha müreffeh ve daha güvenli bir gelecekle alacaktır.