Bugün 24 Temmuz.
Takvim yapraklarında bir meslek gururla, onurla anılıyor: Gazetecilik.
Ama bu gururun gölgesine düşen uzun ve zorlu yolları konuşmadan, sadece kutlamalarla geçmek eksik olur. Çünkü gazetecilik, yalnızca bir meslek değil; bazen bir yangının dumanında boğulmak, bazen hakikatin peşinden koşarken kendi sesini yitirmektir.
Bugün kutlama yaparken yüreklerimiz yangın yerinde. Sadece ormanlar değil, vicdanlarımız da yanıyor.
Alevlerin sardığı topraklardan yükselen çığlıklar, bir gazetecinin mikrofonuna değil, doğrudan kalbine dokunuyor.
Çünkü gazeteci, sadece olanı yazmaz; yaşananı hisseder, gördüğünü omzunda taşır.
Bir orman yangınında yan yana dizilmiş ağaçların harlı sesini, su taşıyan bir köylünün ellerindeki telaşı, evini kurtarmaya çalışan bir annenin korkulu gözlerini, ilk gören ve aktaran odur.
Ve ne yazık ki bu kutsal görevi yerine getirirken çoğu zaman yalnızdır.
Bazen bir yangının ortasında, bazen gerçeği yazdığı için susturulan cümlelerinin gölgesinde kalır.
Bugün, 24 Temmuz’un tarihçesi 1908’e, yani sansürün kaldırıldığı güne dayanır. Ne ironiktir ki bugün hâlâ bazı gerçekler, kelimeler daha yazılmadan yanıyor.
Kalemimizle yangın söndürmeye çalışırken, bazen kalemimizin de kül olduğunu fark ediyoruz.
Yine de yazıyoruz.
Çünkü inanıyoruz ki, gerçeği duymaya en çok ihtiyaç duyulan anlar, yangınların en harlı zamanlarıdır.
Toprağın karardığı, gökyüzünün dumanla dolduğu günlerde bile bir cümle, bir fotoğraf karesi, bir haberle umut aşılayabiliriz.
Bugün, tüm meslektaşlarımı saygıyla anarken; hayatını bu mesleğe adamış, yeri geldiğinde sevdiklerinden vazgeçip gerçeğin peşinden koşmuş her gazetecinin kalemini selamlıyorum.
Ve aynı zamanda, yanan topraklara, kaybettiğimiz canlara, yok olan ormanlara bir kez daha içimiz sızlayarak dönüyorum.
Yangınlar dininceye, kelimeler susturulmayıncaya dek bu kalem durmayacak.
Çünkü biz gazeteciler, sadece haber değil; insanlık yazıyoruz.