Hiç fark ettiniz mi?

Artık kimse kimseyi anlamak için dinlemiyor. Sohbet dediğimiz şey, karşılıklı iki insanın sırayla kendi hikâyesini anlatması haline geldi.

Birinin sözü bitmeden diğerinin dudakları kıpırdamaya başlıyor; aklında tek bir şey var: “Ne zaman sıra bana gelecek?”

Herkes kendi repliğinin peşinde

Eskiden sohbetler, anlamak ve anlaşılmak üzerine kuruluydu. Şimdi ise herkes kendi sahnesinde, kendi repliğini okumak peşinde.

Karşısındaki insanın ne dediğini duymuyor bile; sadece duraksamasını bekliyor ki araya girsin.

“Sen haklısın” demek bile zor geliyor, çünkü haklıyı kabul etmek, egodan bir tuğla eksiltmek demek.

Kimse sormuyor: “Peki sen nasılsın?”

Arkadaşlıklar, akrabalıklar, komşuluklar… Hepsi bu “kendini anlatma” çılgınlığının içinde eriyip gidiyor.

Kimse sormuyor: “Peki sen nasılsın?”

Sorsa bile cevabı gerçekten merak etmiyor. İnsanlar duymak değil, yanıtlamak istiyor. Dinlemek değil, karşılık vermek istiyor.

Sohbet artık kelimelerin güreşi

Belki de biz artık konuşmanın değil, susmanın kıymetini bilmeyen bir toplum olduk.

Susturmak için dinliyor, karşı hamle için sessiz kalıyoruz. Sohbet, kelimelerin dansı değil; kelimelerin güreşine dönmüş durumda.

Asıl soru ise;

Biz ne zaman dinlemek, karşımızdakini anlamak sohbet etme yetimizi kaybettik?

Ne zaman söz hakkı, insan olmanın gereği olarak paylaşılmaktan geçti?

Nasıl hepimiz kendi sıranın gelmesini bekleyen monologcular olduk?

Belki de en büyük gürültü, hiç konuşmayan ama anlamak için de çaba göstermeyen insanların sessizliğinde saklı.